RSS Feed

24 Ocak 2010 Pazar

ÇOCUKLARDA KONUŞMA BOZUKLUĞU

Aileler kliniğe, genellikle çocuklarının konuşamaması ya da konuşma zorluğu çekmesinden yakındıkları için başvururlar. Çocuğun geç konuşması, konuşurken sesleri doğru söyleyememesi ya da takılması, ailenin dikkatini çekmekte ve onları endişelendirmektedir. Oysa, bu alanda çalışan uzmanlara göre, dil ve konuşma birbirinden ayrı iki olgudur; hatta her ikisi de iletişim kavramının bir parçasıdır. Bozukluklardan söz etmeden önce, bu kavramları tanımlamak gerekir.İletişim, Dil ve Konuşmaİletişim, bilgi ve düşüncelerin değiş-tokuş sürecidir. İletişimin gerçekleşebilmesi için bilgilerin bir biçimde kodlanması (balinaların şarkıları, sözler, işaret dili, Mors Alfabesi, vb.), iletilmesi ve bu kodun da karşıdaki kişi tarafından çözülmesi, yani anlaşılması, gerekmektedir. Dil ve konuşma, iletişimin yalnızca bir parçasıdır. Yüz ifadeleri, jestler/mimikler, baş ve vücut hareketleri, göz teması gibi pek çok sözel olmayan iletişim biçimleri de vardır; bunlar çoğunlukla sözel iletişimi tamamlar ya da desteklerler. Çocukların çevreleriyle iletişimi, doğdukları andan itibaren, ağlama ve insan sesini tanıma davranışlarıyla başlar ve bir yaşam boyu değişerek, gelişerek sürer. Dil ve konuşmaysa ancak yaşamın birinci yılının sonuna doğru belirir.Dil ise, sözel iletişimin kodlanmasının kuralları toplamıdır. Yani dil, bir kurallar bilgisidir. Kişi, öğrendiği bu kurallarla dil yapılarını üretir. Dilbilimciler bu kuralları beş ayrı grupta toplamaktadırlar:Söz dizimi kuralları - Cümlelerin yapılarını ilgilendiren kurallar. Sözcüklerin sırası, ilişkileri, vb.Biçim bilgisi kuralları - Sözcüklerin yapılarını ilgilendiren kurallar. Takıların kullanımı vb.Ses bilgisi kuralları - Dildeki seslerin kullanımlarını ilgilendiren kurallar.Anlam bilgisi - Kavram gelişimi ve sözcük dağarcığı.Kullanım bilgisi - Dilin, farklı kişi ve durumlarda kullanım tarzını, yani sosyal uygunluğunu, belirleyen kurallar.Kişiler bu kuralları biliyorlarsa, konuşamadıkları durumlarda da konuşulanları anlarlar ve okuma ve yazmayı öğrenirler. Yani kodu bilmektedirler, dolayısıyla duyunca ya da okuyunca, çözebilirler ve konuşma dışında yöntemlerle (okuma, yazma, işaret dili, vb.) sözel iletişimi sağlayabilirler.Konuşma, dildeki seslerin, konuşma organlarının (dil, dudak, yumuşak damak, çene, ses telleri, vb.) hareketi sayesinde üretilmesine denir. Konuşma, organların, kasların, sinirlerin yapı ve işlevleriyle ilgili motor bir süreçtir. Dolayısıyla kişiler, dilin kuralları bilgisine sahip olup, duydukları ve okuduklarını anlayabildikleri halde, yapısal ve işlevsel yetersizlikler nedeniyle konuşmalarında sorun yaşayabilirler. Ancak, konuşma organlarında bir bozukluk olmadığı halde, dilin kuralları bilgisine sahip değillerse de, konuşmaları mümkün olmaz. Bu şekilde bir ayırım yapılınca, çocukluklardaki iletişim bozukluklarını da dil ve konuşma bozuklukları olarak ayrı ayrı incelemekteyiz.Dil bozukluklarıÇocuklarda en yaygın olarak görülen, halk arasında gecikmiş konuşma olarak bilinen "Özgün Dil Bozukluğu"dur (ÖDB). Bu tanı, çocuklarda dil bozukluğuna neden olabilecek belirlenebilir bir neden olmadığı halde, dil performansında ciddi bir gecikme ya da bozukluk olduğu durumlarda konur. ÖDB gerçekten de çocukta dil gelişiminin gecikmesiyle kendini belli eder. Ancak geç konuşan ya da bazı sesleri doğru söyleyemeyen her çocukta ÖDB var demek yanlış olur. Bazı gecikmeler, hâlâ normal sınırlar içerisinde sayılmaktadır. Pek çok çocuk, konuşmaya geç başladığı halde, kısa zamanda yaşıtlarının düzeyine ulaşır. Bu konuda herhangi bir endişe varsa bir uzmana danışmakta yarar vardır. ÖDB'li çocukların dili, yukarıda saydığımız dilin beş bileşkeniyle (söz dizimi, biçim bilgisi, vb.) incelenir. Bu incelemenin yapılması, hem dili anlama hem de ifade edebilme açısından gereklidir. Kimi çocuklar bu bileşkenlerden birkaçında, kimileriyse hepsinde bozukluk gösterebilirler. Özgün dil bozukluğu olan çocukların ileride okul sorunları ya da duygusal ve davranışsal sorunlarla karşı karşıya kaldıkları görülmektedir. Bu nedenle, bu çocukların mümkün olduğunca erken belirlenip yardım almalarında yarar vardır. ÖDB dışında, çocukların dilin kurallarını öğrenmelerine engel olabilen başka bozukluklar söz konusu olabilir. Bunlardan biri işitme özürüdür. Çocuklar, çevrelerinde konuşulan dili işiterek öğrenirler. Zihinsel olarak ya da konuşma organları açısından normal oldukları halde, işitme engelli çocuklar, duyamadıkları için, dilin kurallarını öğrenmekte güçlük çekerler. Zihinsel engelli çocuklar da dil öğrenmede zihinsel kapasiteleriyle sınırlıdırlar. Yani genellikle dilleri zihinsel durumlarından daha iyi olamaz. Zihinsel engelin sınırlılıklarına ek olarak, zihinsel engelli çocukların %50-60'ında ifade edici dil geriliği, %25'inde de dili anlama sorunları görülmektedir. Ayrıca bir dil sorunu söz konusuysa, zihinsel engelli çocuğun bu konuda yardım almasına gerek vardır.Otistik çocukların da %50'sinde dil hemen hemen hiç gelişememektedir. Dil gelişimi sağlanabilenlerdeyse, engelin derecesine bağlı olarak, hafiften ağıra çeşitli dil sorunları görülmektedir. Otizmin sosyal etkileşimden kaçınma, aynılıkta ısrarcı olma, olayları karşıdakinin perspektifinden değerlendirememe gibi özelliklerine paralel olarak, otistik çocuklarda, "ekolali" olarak adlandırılan, karşıdakinin söylediğini tekrar davranışları, dilin kullanımında ve anlamlandırmada sorunlar yaratabilir.Kazalar, düşme, hastalıklar, tümörler, vb. nedenlerle beyin travmasına uğramış çocuklardaysa, travmanın yeri ve şiddetine bağlı olarak, dil sorunları görülmesi olağandır. Bunlara ek olarak, kötü davranılmış ve örselenmiş çocuklarda, çevresel nedenlerden dolayı da olsa, dil gelişimleri açısından gerilik görülmektedir.Konuşma bozukluklarıKonuşma bozuklukları, konuşma organlarının yapı ve hareketlerinin engellenmesinden dolayı da ortaya çıkar. Konuşma bozuklukları, konuşmadaki seslerin çıkarılmasında bozukluklar, konuşmanın akışında bozukluklar ve ses telleriyle ilgili bozukluklar gibi çeşitli biçimlerde kendini gösterebilir. Gerek dil, yumuşak damak, çene vb. gibi organların yapılarında bozukluk, gerekse de hareketlerini sağlayan sinirlerdeki yetersizlik , kıvrak ve net hareketler gerektiren konuşmadaki seslerin çıkarılmasına engel oluşturacaktır. Biraz önce sözünü ettiğimiz beyin hasarı durumunda, dil bozukluğuna ek olarak konuşma bozukluğu da görülebilir. Bu durumda sesler çıkarılamayabilir ya da yanlış çıkarılır. Konuşmanın hızı normalden yavaş ve güçtür.Kekemelik de konuşma akışındaki bozukluklara en yaygın örnektir. Kekemelikte, tekrarlar, duraklamalar ve ses uzatmalarıyla, konuşmanın akışı ve ritmi aksar. Ancak, bu davranışları her gösteren çocuk kekeme olacak diye bir kural yoktur. Okulöncesi dönemde, hece-sözcük tekrarları ve bazı uzatmalar, pek çok çocuğun normal olarak gösterdiği davranışlardır. Endişe duyulduğu zaman, bir dil ve konuşma pataloğuna başvurup bilgi almak en uygunudur.Ses bozuklukları, gerek sinirsel, gerek yapısal, gerekse de ses telleri üzerinde oluşan patolojiler nedeniyle, konuşma için gırtlaktan çıkardığımız sesin tizliği, yüksekliği ve kalitesinde meydana gelen istenmedik değişikliklerdir. Beyin hasarı durumlarında, dil ve konuşma bozukluklarına ek olarak ses bozuklukları da görülebilir. Ancak çocuklarda en yaygın olarak görülen ses bozukluğu, çok bağırmak, gerilimli konuşma tarzı gibi sesin kötü kullanımına bağlı olarak ortaya çıkan modüllerdir. Bunlar pek çok vakada rahatlıkla tedavi edilebilirler.Dil ve konuşma bozukluğu olan çocuklar, uygun yöntemlerle değerlendirilip, içinde bulundukları özür grubunun niteliklerine göre, özel yöntemlerle tedavilerine başlanmalıdır. Erken müdahale, sorunların, içinden daha güç çıkılır bir durum almasını önleyecektir.

ÇOCUKLARDA UYKU BOZUKLUĞU

Çocuklarda %20-%30 oranında uyku bozukluklarına rastlanılmaktadır. Bu çocukların % 27 sinde uykuya dalma güçlüğü, %25 inden fazlasında ise sık gece uyanmaları görülmektedir.EEG, kas tonusu ve göz hareketi verilerine dayanarak tanımlanan; REM ve NREM dönemleri çocuk ve ergenlerde, erişkinlere göre farklılıklar gösterir. REM ve NREM uykuları gece boyunca döngüsel olarak yer alırlar, döngü zamanı bebeklikte 50-60 dakika iken, geç çocukluk ve erişkinlikte 90 dakikaya uzar. Çocuklarda çok büyük oranda derin-yavaş dalga uykusu (dönem 3 ve 4) vardır; yaş büyüdükçe bu uyku biçimi azalır. Bu uyku dönemlerinde (genellikle uykunun ilk 1-3 saati) çocukları uyandırmak zordur; eğer uyandırılabilirse genellikle yönelim bozukluğu, konfüzyon ve bilişsel işlevlerde yavaşlama görülür .Anne rahminde durum daha farklıdır. Fetusta gerçek uyanıklığın olmadığı düşünülür, ancak aktif uyku ile sessiz uyku arasında gidiş gelişler olur. Aktif uyku sırasında yutma, tekmeleme, solunum gibi hareketler gerçekleşir. 30 ncu gebelik haftasından önce doğan bebeklerde REM uykusu, toplam uyku zamanının %90’ınını oluştururken, zamanında doğan bebeklerde bu oran %50 civarındadır. Yaş arttıkça REM dönem süresinde azalma devam eder. Miadında doğan bebekte 24 saatin %75’i uykuda geçerken, 6 ncı aya geldiğinde bu oran %50’e düşer. Bir yaşındaki çocuk 2,5 saat gündüz ve 11 saat gece uyur. Gündüz uykusu iki ayrı bölümde uyunabilir. Üç yaşındaki çocuklar genellikle gece 10,5 saat gece, gündüz ise tek seferde 1,5 saat uyur. Gündüz uykuları 4 veya 5 yaşından sonra kesilir . Bebeklerde gece kısa süreli uyanmalar genelde gözlenir, ancak bir süre sonra uykuya yeniden dalarlar. İki aylık bebeklerde bu tarz uyanmalar uykularının %9’unu oluştururken, dokuzuncu aya ulaştıklarında bu oran %6’ya düşer .

ÇOCUKLARDA DAVRANIŞ BOZUKLUĞU

Gelişim sürekli kuşaklar boyunca devam eden bir oluşumdur. Her kuşak olgunlaştıkça gelecek kuşağı büyütür. Devam eden, birbirini izleyen bu gelişim dönemlerinin neden bir sıra ile meydana geldiği, ne kadarının biyolojik, ne kadarının psikolojik veya ne kadarının toplumsal olarak ortaya çıktığını ortaya koyabilen bir kuram bulunmamaktadır. Yalnız ifade etmemiz gereken nokta gelişim dönemlerinin tüm hayatımızı kapsayacak şekilde birbirini izleyerek devam ettiğidir. Çocuklar gelişim süreci içerisinde, her yeni döneme geçtiklerinde yeni beceriler de kazanırlar. Her yeni beceri ise beraberinde çözülmesi gereken sorunları da beraberinde getirebilir. Bilinmelidir ki çocukların gelişim dönemlerinde karşılaşılan sorunlar olağan ve geçicidir. Ancak çocuklar bu gelişim dönemlerinde, anne ve babaları ile çevresindeki yetişkinlerin yanlış tutumları ile karşı karşıya kalabilirler. Bu yeni dönemdeki sorunların çözümünde çocuklar engellemelerle karşılaşırsa, olağan olarak nitelendirilen bu sorunların çözümü yeni gelişim dönemlerine ve ileriki yaşlarına ertelenir. Bu durumlarda ortaya çıkan sorunlar uyum ve davranış bozuklukları olarak adlandırılır. Her davranışın bir nedeni vardır. Çocuklarda görülen uyum ve davranış bozukluklarının da belirli sebepleri olduğu muhakkaktır. Bunlar 5 kategoride ifade edilebilirler : 1. Kalıtım 2. Fiziksel Nedenler ( İç salgı bezleri, travmatik olaylar, özürler, beyin hasarları, süreğen hastalıklar vb . ) 3. Temel ihtiyaçlarda yoksunluk a) Biyolojik-Fizyolojik Temel ihtiyaçlar ( yeme, içme, barınma vb.) b) Psiko-sosyal temel ihtiyaçlar ( sevme-sevilme, kabul, güven, toplumsal üyelik-kabul vb ). 4. Çevresel, sosyo-ekonomik etkenler ( aile çevresi, okul vb. ) 5. Çocuk eğitimindeki yanlışlar Görüldüğü gibi çocuklardaki uyum ve davranış bozukluklarının bir çok nedeni bulunmaktadır. Biz daha çok anne-babaların sebep oldukları davranışlar üzerinde duracağız. Çocuk, sosyal-duygusal gelişimi gereği yaşıtlarıyla oyun oynaması gereken bir yaşta, sürekli yalnız kalırsa, ileride içine kapanık bir çocuk ve yetişkin olabilir.Çocuk gelişimsel olarak kendi kendine üstünü giyinme ve yemek yeme davranışlarını yapabilecek becerilere sahipken, ailesi tarafından sürekli bu becerilerini sergilemesi engellenir yada anne, baba çocuğun yapması gerekenleri kendileri yaparsa, çocuğun bu alandaki gelişimini fark etmesi ileriki yaşlara kalacağı için yeni gelişim dönemlerinde ortaya çıkacak sorunlarla baş etmesi zor olabilecektir. Baskıcı, aşırı disiplinli, aşırı koruyucu ve aşağılayıcı aile tutumları da uyum ve davranış bozukluklarına yol açabilecektir. Uyum ve davranış bozuklukları yalnızca ailenin yanlış tutumlarına bağlı olarak gelişmez, çevresel faktörlere bağlı olarak da gelişebilir. Trafik kazaları, yangın, deprem, boşanma, her türlü şiddet , aile içi sorunlar, bir yakının ölümü , boşanma nedeniyle anne-babadan uzak kalma gibi travmatik olaylar da uyum ve davranış bozukluklarına yol açan çevresel faktörlere örnek olarak verilebilir. Çocuklarda görülen uyum ve davranış bozukluklarından bazıları şunlardır : - Altını ıslatma ve dışkı kaçırma - Psikolojik kökenli kekemelik - Parmak emme - Tırnak yeme - Fobiler ve korkular - Uyku bozuklukları - İçe kapanıklık - Çalma - Yalan söyleme - Aşırı hareketlilik - Saldırganlık - Uyur gezerlik - Bağımlılık - Aşırı inatçılık
ÇOCUKLARDA GEÇ KONUŞMA

Çocuğun ailesinden yeterli ilgi ve sevgiyi görmemesi, kaza ya da buna benzer travmatik durumlar, çocuğu duygusal olarak etkiler ve konuşmayı geciktirebilir. Annenin çocuğuna aşırı düşkünlüğüne bağlı olarak çocuk daha ihtiyacını söylemeye çalışırken ona söyleme fırsatı vermeden ihtiyacını gidermeye çalışması da önemli bir etmendir. Anne çocuğa isteğini dile getirme fırsatını vermez ise çocuk, sonraki zamanlarda söylemeye ihtiyaç duymayacak ve konuşma çalışması yapamayacaktır. Bu durumdaki çocuklar, 3–4 yaşına geldiği halde konuşmayabilirler.Çocuklar, iyi konuşuncaya dek ihtiyaç ve isteklerini beden hareketleriyle veya farklı seslerle ifade eder. Örneğin oyuncağı istediğinde eliyle gösterip “ıh ıh” diyerek “bana ver” demek istemektedir. Konuşmanın oluşmaya başlamasından sonra bu şekildeki ifadelerle yetinilmemeli, hemen istediğini yapmamalı ve çocuk konuşmaya özendirilmelidir (“Ver de vereyim” gibi), bu yapılmadığında böyle ifadelerle anne babasının kendisini anladığını gören, işini yaptırmaya alışan çocuk, konuşmayı erteler. Ayrıca çocuğun söyledikleriyle ilgilenilmemesi, bir şey söylediğinde duymamış gibi yapılması ve tepki verilmemesi ile onunla yeterince konuşulmaması, masal anlatılmaması, kitap okunmaması gibi hallerde çocuk dil gelişimi bakımından yaşıtlarından geri kalır. Çocuğun hazır olmadığı, istemediği anlarda konuşması için zorlanması da konuşmaya karşı direnç göstermesine yol açar.Bunun yanında çocuğun yetiştiği ortamda dilin sürekli tartışma aracı olarak kullanılması da konuşmayı geciktiren bir faktördür. Çocuk buna bağlı olarak konuşmaya karşı olumsuz bir tutum içine girebilir ve konuşma isteğinde bulunmayabilir.Bunun için anne babaların, çocuklarının konuşma çabalarını desteklemesi, bir şeyler söylediğinde onu pekiştirmesi önemlidir. Bundan sonra çocuğun isteğini ifade etmesine fırsat verilmelidir. Çocukla bol bol konuşmalı, ona masal anlatılıp ninniler, şarkılar söylenmeli, kitap okunmalıdır. Yalnızca sözel tepkilerle yetinilmemeli, beden dili ve davranışlarla da iyi iletişim içinde olmaya özen gösterilmelidir. Bu ona güven verir, kendine güveni artınca konuşmak için daha çok çabalar.Bilişsel faaliyetler bu dönemde gelişme gösterir. 12–18. aylar arasında bebek, deneme yanılma tekniğini kullanarak kendini çözüme götürecek yeni yollar keşfeder ve keşfinin sonucunu görmek ister. Örneğin oyuncağını yere, yastığın ve halının üzerine attığında farklı sesler çıktığını (yastıktan daha az ses çıktığını) fark eder. Bunun sonucunda oyuncağını nereye atacağına karar verir. Bu dönemde bebeğin çeşitli özelliklere sahip malzemelerle denemeler yapması algısal gelişimin yanısıra bilişsel gelişim üzerinde de olumlu etki yapar.18. ay dolaylarında nesnenin sürekliliği kavramı iyice yerleşirken bu aydan sonra anlama ve kavrama becerileri ile amaç sonuç bağlantısı gelişir. Bunun sonucunda eylemlerini daha anlamlı ve amaca yönelik olarak gerçekleştiren bebek, düşen oyuncağını ararken doğru yöne bakar, onu almak için amaçlı olarak hareket eder. Önündeki nesneleri yerinden oynatır ve ona ulaşır. Bu ilk zekâ belirtisidir. Ancak nesneleri son kaybolduğu yerde değil ilk denemede bulduğu yerde arar. Çözüme ulaşma gayreti bundan sonra ilerleme kat eder.Duyusalmotor dönemin son aşamasında bebek, bir şeyler öğrenmenin ve keşfetmenin yanında zihinsel koordinasyonlar kullanmaya, problemlere bu yolla çözümler aramaya, yeni araçlar icat etmeye başlar. Bilişsel özelliklerini semboller aracılığıyla dış dünyaya sunar.İki yaşından sonra bilişsel gelişimin bir sonraki aşaması olan işlem öncesi dönem başlar. Çocuk artık nesneleri ve sembollerini aklında tutmaya, bir sembolle bu sembolün temsil ettiği şey arasında ilişki kurmaya başlar. Daha bilinçli davranır, yeni etkinlikler dener, başarılı olamadığı zaman önceden ustalaştığı benzer bir davranışı tekrarlayarak sonuca ulaşmaya çalışır. Eskiden olduğu gibi deneme yanılma ile yetinmez, seçenekleri değerlendirerek, saptayarak, ilişki kurarak ve tasarlayarak hareket eder ve çözüm arar. Doğrudan algı alanında olmayan ancak daha önce izleyip hatırladığı bir davranışı veya olayı taklit yoluyla ortaya koyabilir. Kendisinden istenen bazı şeyleri yerine getirebilir, örneğin oyuncaklarını yerine götürür. Bunlar, kavrama ve dil gelişimindeki ilerlemeyi gösterirken onun aktif olarak düşünebildiğine ve çeşitli sonuçlara ulaşmak için fikirler, planlar geliştirebildiğine de işaret eder. 3 yaşına doğru ilgi alanında dikkatini toplama ve hatırlama süresi yaklaşık 15 dakika dolayına ulaşır.Ancak çocuk bu dönemde dış dünyayı kendi benmerkezci bakış açısıyla algılar ve değerlendirir, başka açılardan değerlendiremez. Her şeye canlıymış gibi davranır ve onlarla konuşur. Anne ve babasından öğrendiği cümleleri oyuncaklarıyla paylaşır. Kendisine söylenmiş “kırma, yemek ye, sessiz konuş, üzülme vb.” kelimeleri oyuncaklarına ya da birlikte oyun oynadığı çocuk veya kişilere söyler.
ÇOCUKLARDA TİK BOZUKLUĞU

Çocuk Psikolojisinde tik bozukluğu ,klinik pratikte farklı görünümlerde karşımıza çıkar. Çocuklarda görülen bu tük bozukluklarının nedeni tam olarak ortaya konamamıştır ancak birçok teori ileri sürülmektedir.Tik, birden ortaya çıkan, hızlı, yineleyici, ritmik olmayan, basmakalıp bir motor hareket ya da ses çıkarmadır. Cocugunuzun tik sahibi olmasinin baslica nedenleri soyle siralanabilir :• Kuralci ve titiz ana, baba tutumlari Denetleyici ve cocuktan performansinin uzerınde bir seyler bekleyen ana baba tutumlariTikler çocuklar arasında sık görülür. Özellikle 7-11 yaşları arasında daha fazladır. Erkek çocuklarda kız çocuklarına göre daha sık gözlenmektedir.Göz kırpma, baş sallama, omuz silkme, boğaz temizleme, ses çıkarma ya da daha karmaşık olabilen tiklerin önemli bir özelliği haftalar ve aylar içinde, hatta gün içinde çevre koşullarının değişimine göre şiddetinin artıp azalabilmesidir. Tikler uykuda belirgin olarak azalır; stres, heyecan, yorgunluk ve hastalık ile artarlar. Tik bozukluğu olanlar tiklerini bir süre için az da olsa baskılayabilirler ama bu süre sonunda tiklerde artış olabilir. Bunu gözleyen anne, baba ve öğretmenler (yanlış olarak) bu çocukların hareketleri bilinçli yaptıklarını, eğer isterlerse hiç yapmayabileceklerini düşünebilirler. Bu da çocuk ve anne-baba arasında sürtüşmelere neden olabilir.Tik bozuklarının gidişi genellikle iyidir. Erişkinlik dönemine geçerken şiddetleri azalır ya da kaybolurlar. Birlikte kronik bir hastalığın bulunması ve yetersiz aile desteği gidişi olumsuz yönde etkileyen etkenlerdendir.Eğer tikler belirginse çocuğun benlik saygısını düşürüp, sosyal ilişkilerini olumsuz yönde etkileyebilirler. Ayrıca yukarıda belirtilen nedenle anne, baba ile çocuğun arasında ilişki sorununa neden olabilir, ya da var olan sorunu artırabilir. Bu nedenlerle tedavi edilmesi uygun olur.Tik bozukluğunu bir yelpaze gibi düşünürsek, yelpazenin bir ucunda çoğu okul çocuğunda görülebilen, geçici, tek belirtili tikler varken; diğer ucunda Tourette Bozukluğu vardır. Geçici ve şiddetli olmayan tiklerde destekleyici tedavi yeterli olabilir. Burada anne, baba ve öğretmenin tiklerin istemli olmadığını kabullenmesi ve çocuğa destek olması önemlidir. Hekim tarafından da stresin azaltılması, çocuğun benlik saygısının ve aile içi ilişkilerin iyileştirilmesine yönelik yaklaşımlar uygulanabilir. Eğer tikler şiddetliyse ya da kronikleşmişse ilaç tedavisi eklenmelidir.Tik konusunun cozumunde asagidaki turde yaklasimlarda bulunmak yararli olabilir :• Cocugunuza tiki ile ilgili " yapma , etme " mesajlari vermeyiniz. • Cocugunuzun duygularini ogrenmeye calisiniz. • Tiklerin cogu gelip gecicidir. Kalici olanlar icin bir uzmana basvurunuz. Cocugunuzun hangi ortamlarda ve kimlerin yanindayken tiksel davranislarda bulundugunu belirleyinizAileye öneriler:Çocuğunuzda tik benzeri tekrarlayıcı hareketler gördüğünüzde önce bu hareketleri gözlemleyin. Sıklığını, şiddetini arttırıcı ya da azaltıcı etkenler olup olmadığını, birlikte başka fiziksel belirti bulunup bulunmadığını gözleyin ve çocuk hekiminize danışın. Eğer söz konusu olan bir fiziksel hastalık değilse bir çocuk ruh sağlığı çalışanından randevu alın. Bu arada çocuğunuzun bu haraketleri istemli olarak yapmadığını bilin, tikleri için onu uyarmayın. Uyarmanızın çocuğunuzun stresini artıracağından tiklerini de şiddetlendirebileceğini unutmayın. Ayrıca uyarmanız, tam da desteğe ihtiyacı olan çocuğunuzla aranızı daha gerginleştirecek, kendine güvenini de azaltacaktır. Çoğu zaman basit tikler, bu tutumlara dikkat edilirse ve öğretmen desteği de sağlanırsa bir süre sonra geçebilecektir.
ÇOCUKLARDA PARMAK EMME
Parmak emme, normal çocuklarda herhangi bir pisko-patolojik etken olmaksızın 3-4 yaşlarına kadar görülen bir olgudur.parmak emmenin çocuk psikolojisinde çocuklarda bir uyum ve davranış problemi olarak görülemesi için bazı kriterleri karşılaması gereklidir.Bebeklerin çoğu başparmaklarını ya da diğer parmaklarını emerler. Zararsız bir davranış olan parmak emmeye hemen bebeklerin tümünde rastlanmasının en önde gelen nedeni,yeni doğan bebeklerin parmak emmeyi daha anne rahminde, (uterus) öğrenmiş bulunmaları ve doğuştan sahip oldukları en güçlü reflekslerden birinin emme refleksi olmasıdır.Nitekim ender olarak yeni doğan bazı bebeklerin parmak ya da bileklerinde görülen kabarcıklar bunun bir sonucu olmaktır.1 yaş çocuklarının hemen yarısı parmaklarını emerler.9 ayda itibaren uykuyla parmak emme arasında yakın bir ilişkinin olduğu, uykusu gelen bebeğin parmağını ağzına götürdüğü görülür. Çocuğu parmak emmeden vazgeçirmek üzere yapılan çabalar, 3 yaşına kadar çocuk tarafından dirençle karşılanır. Bazı bebekler yeni dişlerinin çıkması ,bazıları da zorlukla karşılaştıklarında utanma ve sıkılma belirtisi olarak parmaklarını emerler. Genellikle 18. ay dolaylarında sıklaşan parmak emmenin 4 yaşına doğru kaybolması beklenir. Araştırmalar en geç 5-6 yaşlarında sona erdiği takdirde parmak emmenin zararının olmadığını,ancak süregelmesi halinde dişlerde deformasyona neden olabileceğini kanıtlamıştır. Alt ıslatmada olduğu gibi, sürekli parmak emme alışkanlığı da psikolojik sorun ve gerginliklerin bir sonucu olarak gelişebilir.Parmak emme alışkanlığı karşısında anne babanın yapacağı en sağlıklı yaklaşım nedir?Olayı telaşa kapılmadan sabırla karşılamak ve sürekli ilgilenmekten kaçınarak, çocuğa bu alışkanlığın bebekçe bir davranış olduğunu, başkalarını gözüne hoş görünmeyeceğini basit bir dille anlatmaktır. Aile içinde sürekli aynı alışkanlığı konu edilerek dikkatleri çocuk üzerine çekmek, bu nedenle telaşa ve gerginliği girmek ve çözüm amacıyla çocuğu sürekli eleştirmek yanlış anne baba davranışları arasında sayılır. Okul yaşında parmağını emme çocuk, öğretmenin uyarısı, anne babasının eleştirisi, hatta arkadaşlarını alaylarını karşın bu alışkanlığını sürdürür. Bu durumda çocuğa yapılan olumlu tavsiye ve açıklamalarla psikolojik açıdan uyumunun sağlanması, sorunu ortadan kalkmasına neden olabilir. Burada önemli olan, bir gerileme (regression) belirtisi sayılan bu alışkanlığı oluşturan etkenlerin ana baba tarafından keşfedilerek ortadan kaldırılması. Örneğin,yeni bir kardeşin doğumu,çocukta bu tür bir alışkanlığın başlamasına neden olabilir.Cıvıldayan, emekleyen, parmak emip tırnak yemeye başlayan çocuk ,bu tür bebekleşme hareketleriyle kaybettiği ilgiyi kazanma savaşımına girer. Daha önce de belirttiğimiz gibi, kardeşin doğumundan önce çocuğun hazırlanması, kardeşin varlığına karşın çocuğun statüsünün devam edeceği ve onun yerinin ayrı olduğu konusunda çocuğun ikna edilmesi, kardeşin yardıma muhtaç bir yakını olması nedeniyle elbirliğiyle ona bakma gereğine çocuğun inandırılması ondaki gerginliği azaltır. Böylelikle bu gerginlikten kaynaklanan alışkanlıklar da zamanla kaybolur. Alt ıslatma benzerliği nedeniyle parmak emme de yaşla azalır.Bu konuda da yine özellikle ilk çocukluk döneminde tedaviden kaçınılmalıdır.Okul öncesi dönemindeki parmak emme ya da alt ıslatma durumunda gereksiz telaş yerine, olayın temelinde anne babanın da etkisi bulunduğu düşünülerek uzmanlarca sabırlı ve sürekli bazı eğitimsel önlemler uygulanmalıdır.

ÇOCUK KORKULARI

Birçok anne baba ve eğitimci, çocukların korkuları olduğunu bildikleri halde, çocukların bu korkuları hakkında yeteri kadar bilgi sahibi değildirler.Korku çocukların görünen ve görünmeyen tehlikeler karşısında gösterdikleri doğal bir tepkidir. Korku bir nesneye, kişiye ya da bir olaya bağlıdır. Korkunun en önemli özelliği, korku veren uyaranın ani ve beklenmeyen bir durumda ortaya çıkmasıdır. Korkunun oluşumu, kişinin içinde bulunduğu çevrenin koşullarına, uyaranın şiddetine, geçmişteki yaşantılarına, o andaki fizyolojik ve psikolojik durumuna bağlıdır.NEDENLERÇocuk için yeni olan ve bilinmeyen her şey korku verir. 2-3 yaş çocukları yüksek seslerden, elektrik süpürgesinin çıkardığı sesten, gök gürültüsünden korkarlar. 3-4 yaşlarında bu korkulara annenin desteğini kaybetme, yalnızlık, yangın, kaza vb. olaylardan korkma eklenir. Bu yaş çocuğu için somut olayların yanı sıra hayal edilen şeyler de korku kaynağı olmaya başlar. Bunun nedeni çocuğun gelişmekte olan hayal gücüdür. Bu nedenle zeki ve üstün yetenekli olan çocukların korkuları daha çok ve çeşitlidir. 4 yaş civarında çocuğun korkularında yavaş yavaş azalma görülür.5-6 yaşlarındaki bir çocuk masalların etkisi ile imgeleme dayanan nesnelerden korkar. Bu yaş çocuğunun çevre ile etkileşimi ve deneyimi artmıştır. Böylece tehlikeli olayları, durumları ve toplumun değer yargılarını öğrenmiştir. Hangi davranışlarının başkaları tarafından kabul edilmeyeceğini ya da onaylanmayacağını tahmin edebilir. Bu nedenle çocuk zaman zaman davranışlarının başkaları tarafından beğenilmeyeceği korkusunu taşır. 6 yaşta korkularda tekrar artma görülür.Çocuk korkusunu ağlayarak, annesine sarılarak, bir yetişkinle birlikte bulunmak isteyerek, eşyaların arkasına saklanarak ya da sözel olarak açıkça belirtebilir. Çoğu kez iştahsızlık, uykusuzluk, gruba katılmak istememe, inatçılık, içe kapanma vb. davranışların altında yatan temel neden korkudur. Korku anında yüz sararır, nabız ve kalp atışları hızlanır, mide kasılır, kusma olabilir. Bazı çocuklar ise konuşurken kekelemeye başlarlar.Çocuk korkuyu anne-babasını örnek alarak öğrenebilir. Annesinin köpekten korktuğunu gören çocuk, annesi gibi köpekten korkmaya başlar. Ayrıca çocuğa anlatılan korkulu masallar, eğitimde korkunun etkin bir araç olarak kullanılması, çocuğun aşırı derecede korunması, çocuğun geçirmiş olduğu kaza, deprem, sel, kavga, yaralanma, ölüm vb. yaşantılar da çocukta korku başlatabilir ya da mevcut korkuların uzamasına neden olur.ÖNERİLERÇocukta korkunun uzamasını ve olumsuz etkilerini önlemek için korkunun nedenleri araştırılmalı ve bu nedenler ortadan kaldırılmalıdır.Anne-babalar çocukların korkularını yok saymamalı, asla küçümsememeli ve alay etmemelidirler. Korkuları olan çocuğa sabırlı davranmalı, korkularını yenmesi için zaman tanınmalıdır.Aşırı koruyucu bir tutum ile çocuğu her şeyden korkar hale getirmemelidir.Çocuğa "Aman düşersin!", "Sen tek başına karşıya geçemezsin" vb. sözlerle çevrenin tehlikelerle dolu bir yer olduğu duygusu aşılanmamalıdır.Fiziksel temasın çocuğun korkusunu kontrol altına almasında yardımcı olacağı unutulmamalıdır.Çocuğun arkadaş grubuna girmesine ve öz güven duygusunu geliştirmesine yardımcı olunmalıdır.Çocuk korkuları konusunda, konuşmaya hazır olduğu zaman onunla açıkça konuşulmalıdırÇocuk korktuğu şeye yavaş yavaş alıştırılmalıdır. Örneğin denizden korkan bir çocuğun önce uzaktan denizi ve deniz kenarında oynayan çocukları izlemesine imkân verilmelidir. Daha sonra çocuğun önce deniz kenarında oynaması, sonra ayaklarını ıslatması ve yavaş yavaş denize girmesi sağlanmalıdır.Çocuklara korkulu masallar anlatılmamalı, korkulu filmler izletilmemelidir.Korkuyu hafifletmek amacıyla "Erkek adam hiç korkar mı?", "Sen artık kocaman oldun" gibi sözlerden kaçınılmalıdır.KORKU ASLA BİR DİSİPLİN ARACI OLARAK KULLANILMAMALIDIR!Korku çocuğu uyarır ve tehlikelerden uzaklaşmasını sağlar. Böylece çocuk birçok tehlikeden kendisini korur. Ancak korkunun çok olması ve yoğun yaşanması çocuğu rahatsız eder. Anne-babanın alacağı eğitsel önlemlerle çocukluk korkularının azalması beklenir. Ancak anne-baba ve öğretmenin hatalı yaklaşım ve davranışları çocukluk korkularının ergenlik hatta yetişkinlik dönemine kadar uzamasına neden olabilir. Korku çocuğun yaşamını engelleyecek düzeyde ise davranış bozukluğu olarak değerlendirilir. Bu durum uzman tedavisi gerektirir.Çocuk Korkularını Önemseyin!Korku, küçük yaşlarda yenilmediği zaman çocukta, zeka geriliği, aşırı sinir, hiperaktiflik veya içine kapanıklık (otistik), uyumsuzluk ve hassasiyet gibi tehlikeli rahatsızlıklar başlayabiliyor.Korkuyu besleyici davranışlardan kaçınınUzmanlar, aileleri, korkularından dolayı çocuklarını ayıplamaktan kaçınılması ve korkunun üzerine ‘çivi çiviyi söker' yaklaşımıyla gidilmemesi konusunda uyarıyor. Çocuklarda korkunun, bebeklik döneminden başlayıp 4 yaşında doruğa ulaştığını belirtilerek ‘erkek çocuk korkar mı, koskoca adam olacaksın' gibi sözlerin korkuyu beslediğine dikkat çekildi.Bebeklik dönemine dikkatUzmanlar, çocuğun bebeklik döneminde her şeyin ürküntü verici olduğunu dile getirerek, alışılmamış bir nesne, yabancı bir yüz, yanına getirilen bir bebek, acıkma, susama veya altının ıslanması gibi nedenlerin çocukta korku duygusunu geliştirdiğini kaydetti.Korkularla alay etmeyinUzmanlar, şu önerilerde bulunuyor; 'Aileler ve eğitimciler, çocuğun korku tepkileri karşısında sert tepki göstermekten uzak durmaları gerekir. Genellikle korku duygusu ortaya çıktığında ailelerin ‘erkek çocuk korkar mı, koskoca adam olacaksın' gibi sözleri, korkuyu azaltmaz, aksine besler. Korkularından dolayı çocuğu ayıplamaktan, utandırmaktan kaçınılmalı, korkularla alay edilmemelidir. Korkunun üzerine gitmekten mutlaka kaçınılmalıdır. Ev içinde korkutucu bir nitelik, araç veya gereç olup olmadığı iyice araştırılmalı, çocuk eğer oyundan ve arkadaştan yoksun ise bunlara olanak yaratılmalıdır. Aşırı kollayıcı tutkuları gevşetmek, çocuğun kendi işini kendisinin görmesine katkı sağlanmalı. ‘Çivi çiviyi söker' mantığıyla harekete geçip korkuları bastırmaya, bir korkuyu başka bir korkuyla yenmeye çalışılmamalıdır. Karanlıktan korkan bir çocuğu, karanlık odaya sokmaya kalkılmamalı, karanlık odaya birlikte girilmelidir. Köpekten korkan bir çocuğa, çoban köpeği okşatmak korkuyu artırır, ama işe yavru bir köpekle başlarsanız, çocuktaki korku duygusunu en başından yenmiş olursunuz.