RSS Feed

24 Ocak 2010 Pazar

ÇOCUKLARDA KONUŞMA BOZUKLUĞU

Aileler kliniğe, genellikle çocuklarının konuşamaması ya da konuşma zorluğu çekmesinden yakındıkları için başvururlar. Çocuğun geç konuşması, konuşurken sesleri doğru söyleyememesi ya da takılması, ailenin dikkatini çekmekte ve onları endişelendirmektedir. Oysa, bu alanda çalışan uzmanlara göre, dil ve konuşma birbirinden ayrı iki olgudur; hatta her ikisi de iletişim kavramının bir parçasıdır. Bozukluklardan söz etmeden önce, bu kavramları tanımlamak gerekir.İletişim, Dil ve Konuşmaİletişim, bilgi ve düşüncelerin değiş-tokuş sürecidir. İletişimin gerçekleşebilmesi için bilgilerin bir biçimde kodlanması (balinaların şarkıları, sözler, işaret dili, Mors Alfabesi, vb.), iletilmesi ve bu kodun da karşıdaki kişi tarafından çözülmesi, yani anlaşılması, gerekmektedir. Dil ve konuşma, iletişimin yalnızca bir parçasıdır. Yüz ifadeleri, jestler/mimikler, baş ve vücut hareketleri, göz teması gibi pek çok sözel olmayan iletişim biçimleri de vardır; bunlar çoğunlukla sözel iletişimi tamamlar ya da desteklerler. Çocukların çevreleriyle iletişimi, doğdukları andan itibaren, ağlama ve insan sesini tanıma davranışlarıyla başlar ve bir yaşam boyu değişerek, gelişerek sürer. Dil ve konuşmaysa ancak yaşamın birinci yılının sonuna doğru belirir.Dil ise, sözel iletişimin kodlanmasının kuralları toplamıdır. Yani dil, bir kurallar bilgisidir. Kişi, öğrendiği bu kurallarla dil yapılarını üretir. Dilbilimciler bu kuralları beş ayrı grupta toplamaktadırlar:Söz dizimi kuralları - Cümlelerin yapılarını ilgilendiren kurallar. Sözcüklerin sırası, ilişkileri, vb.Biçim bilgisi kuralları - Sözcüklerin yapılarını ilgilendiren kurallar. Takıların kullanımı vb.Ses bilgisi kuralları - Dildeki seslerin kullanımlarını ilgilendiren kurallar.Anlam bilgisi - Kavram gelişimi ve sözcük dağarcığı.Kullanım bilgisi - Dilin, farklı kişi ve durumlarda kullanım tarzını, yani sosyal uygunluğunu, belirleyen kurallar.Kişiler bu kuralları biliyorlarsa, konuşamadıkları durumlarda da konuşulanları anlarlar ve okuma ve yazmayı öğrenirler. Yani kodu bilmektedirler, dolayısıyla duyunca ya da okuyunca, çözebilirler ve konuşma dışında yöntemlerle (okuma, yazma, işaret dili, vb.) sözel iletişimi sağlayabilirler.Konuşma, dildeki seslerin, konuşma organlarının (dil, dudak, yumuşak damak, çene, ses telleri, vb.) hareketi sayesinde üretilmesine denir. Konuşma, organların, kasların, sinirlerin yapı ve işlevleriyle ilgili motor bir süreçtir. Dolayısıyla kişiler, dilin kuralları bilgisine sahip olup, duydukları ve okuduklarını anlayabildikleri halde, yapısal ve işlevsel yetersizlikler nedeniyle konuşmalarında sorun yaşayabilirler. Ancak, konuşma organlarında bir bozukluk olmadığı halde, dilin kuralları bilgisine sahip değillerse de, konuşmaları mümkün olmaz. Bu şekilde bir ayırım yapılınca, çocukluklardaki iletişim bozukluklarını da dil ve konuşma bozuklukları olarak ayrı ayrı incelemekteyiz.Dil bozukluklarıÇocuklarda en yaygın olarak görülen, halk arasında gecikmiş konuşma olarak bilinen "Özgün Dil Bozukluğu"dur (ÖDB). Bu tanı, çocuklarda dil bozukluğuna neden olabilecek belirlenebilir bir neden olmadığı halde, dil performansında ciddi bir gecikme ya da bozukluk olduğu durumlarda konur. ÖDB gerçekten de çocukta dil gelişiminin gecikmesiyle kendini belli eder. Ancak geç konuşan ya da bazı sesleri doğru söyleyemeyen her çocukta ÖDB var demek yanlış olur. Bazı gecikmeler, hâlâ normal sınırlar içerisinde sayılmaktadır. Pek çok çocuk, konuşmaya geç başladığı halde, kısa zamanda yaşıtlarının düzeyine ulaşır. Bu konuda herhangi bir endişe varsa bir uzmana danışmakta yarar vardır. ÖDB'li çocukların dili, yukarıda saydığımız dilin beş bileşkeniyle (söz dizimi, biçim bilgisi, vb.) incelenir. Bu incelemenin yapılması, hem dili anlama hem de ifade edebilme açısından gereklidir. Kimi çocuklar bu bileşkenlerden birkaçında, kimileriyse hepsinde bozukluk gösterebilirler. Özgün dil bozukluğu olan çocukların ileride okul sorunları ya da duygusal ve davranışsal sorunlarla karşı karşıya kaldıkları görülmektedir. Bu nedenle, bu çocukların mümkün olduğunca erken belirlenip yardım almalarında yarar vardır. ÖDB dışında, çocukların dilin kurallarını öğrenmelerine engel olabilen başka bozukluklar söz konusu olabilir. Bunlardan biri işitme özürüdür. Çocuklar, çevrelerinde konuşulan dili işiterek öğrenirler. Zihinsel olarak ya da konuşma organları açısından normal oldukları halde, işitme engelli çocuklar, duyamadıkları için, dilin kurallarını öğrenmekte güçlük çekerler. Zihinsel engelli çocuklar da dil öğrenmede zihinsel kapasiteleriyle sınırlıdırlar. Yani genellikle dilleri zihinsel durumlarından daha iyi olamaz. Zihinsel engelin sınırlılıklarına ek olarak, zihinsel engelli çocukların %50-60'ında ifade edici dil geriliği, %25'inde de dili anlama sorunları görülmektedir. Ayrıca bir dil sorunu söz konusuysa, zihinsel engelli çocuğun bu konuda yardım almasına gerek vardır.Otistik çocukların da %50'sinde dil hemen hemen hiç gelişememektedir. Dil gelişimi sağlanabilenlerdeyse, engelin derecesine bağlı olarak, hafiften ağıra çeşitli dil sorunları görülmektedir. Otizmin sosyal etkileşimden kaçınma, aynılıkta ısrarcı olma, olayları karşıdakinin perspektifinden değerlendirememe gibi özelliklerine paralel olarak, otistik çocuklarda, "ekolali" olarak adlandırılan, karşıdakinin söylediğini tekrar davranışları, dilin kullanımında ve anlamlandırmada sorunlar yaratabilir.Kazalar, düşme, hastalıklar, tümörler, vb. nedenlerle beyin travmasına uğramış çocuklardaysa, travmanın yeri ve şiddetine bağlı olarak, dil sorunları görülmesi olağandır. Bunlara ek olarak, kötü davranılmış ve örselenmiş çocuklarda, çevresel nedenlerden dolayı da olsa, dil gelişimleri açısından gerilik görülmektedir.Konuşma bozukluklarıKonuşma bozuklukları, konuşma organlarının yapı ve hareketlerinin engellenmesinden dolayı da ortaya çıkar. Konuşma bozuklukları, konuşmadaki seslerin çıkarılmasında bozukluklar, konuşmanın akışında bozukluklar ve ses telleriyle ilgili bozukluklar gibi çeşitli biçimlerde kendini gösterebilir. Gerek dil, yumuşak damak, çene vb. gibi organların yapılarında bozukluk, gerekse de hareketlerini sağlayan sinirlerdeki yetersizlik , kıvrak ve net hareketler gerektiren konuşmadaki seslerin çıkarılmasına engel oluşturacaktır. Biraz önce sözünü ettiğimiz beyin hasarı durumunda, dil bozukluğuna ek olarak konuşma bozukluğu da görülebilir. Bu durumda sesler çıkarılamayabilir ya da yanlış çıkarılır. Konuşmanın hızı normalden yavaş ve güçtür.Kekemelik de konuşma akışındaki bozukluklara en yaygın örnektir. Kekemelikte, tekrarlar, duraklamalar ve ses uzatmalarıyla, konuşmanın akışı ve ritmi aksar. Ancak, bu davranışları her gösteren çocuk kekeme olacak diye bir kural yoktur. Okulöncesi dönemde, hece-sözcük tekrarları ve bazı uzatmalar, pek çok çocuğun normal olarak gösterdiği davranışlardır. Endişe duyulduğu zaman, bir dil ve konuşma pataloğuna başvurup bilgi almak en uygunudur.Ses bozuklukları, gerek sinirsel, gerek yapısal, gerekse de ses telleri üzerinde oluşan patolojiler nedeniyle, konuşma için gırtlaktan çıkardığımız sesin tizliği, yüksekliği ve kalitesinde meydana gelen istenmedik değişikliklerdir. Beyin hasarı durumlarında, dil ve konuşma bozukluklarına ek olarak ses bozuklukları da görülebilir. Ancak çocuklarda en yaygın olarak görülen ses bozukluğu, çok bağırmak, gerilimli konuşma tarzı gibi sesin kötü kullanımına bağlı olarak ortaya çıkan modüllerdir. Bunlar pek çok vakada rahatlıkla tedavi edilebilirler.Dil ve konuşma bozukluğu olan çocuklar, uygun yöntemlerle değerlendirilip, içinde bulundukları özür grubunun niteliklerine göre, özel yöntemlerle tedavilerine başlanmalıdır. Erken müdahale, sorunların, içinden daha güç çıkılır bir durum almasını önleyecektir.

ÇOCUKLARDA UYKU BOZUKLUĞU

Çocuklarda %20-%30 oranında uyku bozukluklarına rastlanılmaktadır. Bu çocukların % 27 sinde uykuya dalma güçlüğü, %25 inden fazlasında ise sık gece uyanmaları görülmektedir.EEG, kas tonusu ve göz hareketi verilerine dayanarak tanımlanan; REM ve NREM dönemleri çocuk ve ergenlerde, erişkinlere göre farklılıklar gösterir. REM ve NREM uykuları gece boyunca döngüsel olarak yer alırlar, döngü zamanı bebeklikte 50-60 dakika iken, geç çocukluk ve erişkinlikte 90 dakikaya uzar. Çocuklarda çok büyük oranda derin-yavaş dalga uykusu (dönem 3 ve 4) vardır; yaş büyüdükçe bu uyku biçimi azalır. Bu uyku dönemlerinde (genellikle uykunun ilk 1-3 saati) çocukları uyandırmak zordur; eğer uyandırılabilirse genellikle yönelim bozukluğu, konfüzyon ve bilişsel işlevlerde yavaşlama görülür .Anne rahminde durum daha farklıdır. Fetusta gerçek uyanıklığın olmadığı düşünülür, ancak aktif uyku ile sessiz uyku arasında gidiş gelişler olur. Aktif uyku sırasında yutma, tekmeleme, solunum gibi hareketler gerçekleşir. 30 ncu gebelik haftasından önce doğan bebeklerde REM uykusu, toplam uyku zamanının %90’ınını oluştururken, zamanında doğan bebeklerde bu oran %50 civarındadır. Yaş arttıkça REM dönem süresinde azalma devam eder. Miadında doğan bebekte 24 saatin %75’i uykuda geçerken, 6 ncı aya geldiğinde bu oran %50’e düşer. Bir yaşındaki çocuk 2,5 saat gündüz ve 11 saat gece uyur. Gündüz uykusu iki ayrı bölümde uyunabilir. Üç yaşındaki çocuklar genellikle gece 10,5 saat gece, gündüz ise tek seferde 1,5 saat uyur. Gündüz uykuları 4 veya 5 yaşından sonra kesilir . Bebeklerde gece kısa süreli uyanmalar genelde gözlenir, ancak bir süre sonra uykuya yeniden dalarlar. İki aylık bebeklerde bu tarz uyanmalar uykularının %9’unu oluştururken, dokuzuncu aya ulaştıklarında bu oran %6’ya düşer .

ÇOCUKLARDA DAVRANIŞ BOZUKLUĞU

Gelişim sürekli kuşaklar boyunca devam eden bir oluşumdur. Her kuşak olgunlaştıkça gelecek kuşağı büyütür. Devam eden, birbirini izleyen bu gelişim dönemlerinin neden bir sıra ile meydana geldiği, ne kadarının biyolojik, ne kadarının psikolojik veya ne kadarının toplumsal olarak ortaya çıktığını ortaya koyabilen bir kuram bulunmamaktadır. Yalnız ifade etmemiz gereken nokta gelişim dönemlerinin tüm hayatımızı kapsayacak şekilde birbirini izleyerek devam ettiğidir. Çocuklar gelişim süreci içerisinde, her yeni döneme geçtiklerinde yeni beceriler de kazanırlar. Her yeni beceri ise beraberinde çözülmesi gereken sorunları da beraberinde getirebilir. Bilinmelidir ki çocukların gelişim dönemlerinde karşılaşılan sorunlar olağan ve geçicidir. Ancak çocuklar bu gelişim dönemlerinde, anne ve babaları ile çevresindeki yetişkinlerin yanlış tutumları ile karşı karşıya kalabilirler. Bu yeni dönemdeki sorunların çözümünde çocuklar engellemelerle karşılaşırsa, olağan olarak nitelendirilen bu sorunların çözümü yeni gelişim dönemlerine ve ileriki yaşlarına ertelenir. Bu durumlarda ortaya çıkan sorunlar uyum ve davranış bozuklukları olarak adlandırılır. Her davranışın bir nedeni vardır. Çocuklarda görülen uyum ve davranış bozukluklarının da belirli sebepleri olduğu muhakkaktır. Bunlar 5 kategoride ifade edilebilirler : 1. Kalıtım 2. Fiziksel Nedenler ( İç salgı bezleri, travmatik olaylar, özürler, beyin hasarları, süreğen hastalıklar vb . ) 3. Temel ihtiyaçlarda yoksunluk a) Biyolojik-Fizyolojik Temel ihtiyaçlar ( yeme, içme, barınma vb.) b) Psiko-sosyal temel ihtiyaçlar ( sevme-sevilme, kabul, güven, toplumsal üyelik-kabul vb ). 4. Çevresel, sosyo-ekonomik etkenler ( aile çevresi, okul vb. ) 5. Çocuk eğitimindeki yanlışlar Görüldüğü gibi çocuklardaki uyum ve davranış bozukluklarının bir çok nedeni bulunmaktadır. Biz daha çok anne-babaların sebep oldukları davranışlar üzerinde duracağız. Çocuk, sosyal-duygusal gelişimi gereği yaşıtlarıyla oyun oynaması gereken bir yaşta, sürekli yalnız kalırsa, ileride içine kapanık bir çocuk ve yetişkin olabilir.Çocuk gelişimsel olarak kendi kendine üstünü giyinme ve yemek yeme davranışlarını yapabilecek becerilere sahipken, ailesi tarafından sürekli bu becerilerini sergilemesi engellenir yada anne, baba çocuğun yapması gerekenleri kendileri yaparsa, çocuğun bu alandaki gelişimini fark etmesi ileriki yaşlara kalacağı için yeni gelişim dönemlerinde ortaya çıkacak sorunlarla baş etmesi zor olabilecektir. Baskıcı, aşırı disiplinli, aşırı koruyucu ve aşağılayıcı aile tutumları da uyum ve davranış bozukluklarına yol açabilecektir. Uyum ve davranış bozuklukları yalnızca ailenin yanlış tutumlarına bağlı olarak gelişmez, çevresel faktörlere bağlı olarak da gelişebilir. Trafik kazaları, yangın, deprem, boşanma, her türlü şiddet , aile içi sorunlar, bir yakının ölümü , boşanma nedeniyle anne-babadan uzak kalma gibi travmatik olaylar da uyum ve davranış bozukluklarına yol açan çevresel faktörlere örnek olarak verilebilir. Çocuklarda görülen uyum ve davranış bozukluklarından bazıları şunlardır : - Altını ıslatma ve dışkı kaçırma - Psikolojik kökenli kekemelik - Parmak emme - Tırnak yeme - Fobiler ve korkular - Uyku bozuklukları - İçe kapanıklık - Çalma - Yalan söyleme - Aşırı hareketlilik - Saldırganlık - Uyur gezerlik - Bağımlılık - Aşırı inatçılık
ÇOCUKLARDA GEÇ KONUŞMA

Çocuğun ailesinden yeterli ilgi ve sevgiyi görmemesi, kaza ya da buna benzer travmatik durumlar, çocuğu duygusal olarak etkiler ve konuşmayı geciktirebilir. Annenin çocuğuna aşırı düşkünlüğüne bağlı olarak çocuk daha ihtiyacını söylemeye çalışırken ona söyleme fırsatı vermeden ihtiyacını gidermeye çalışması da önemli bir etmendir. Anne çocuğa isteğini dile getirme fırsatını vermez ise çocuk, sonraki zamanlarda söylemeye ihtiyaç duymayacak ve konuşma çalışması yapamayacaktır. Bu durumdaki çocuklar, 3–4 yaşına geldiği halde konuşmayabilirler.Çocuklar, iyi konuşuncaya dek ihtiyaç ve isteklerini beden hareketleriyle veya farklı seslerle ifade eder. Örneğin oyuncağı istediğinde eliyle gösterip “ıh ıh” diyerek “bana ver” demek istemektedir. Konuşmanın oluşmaya başlamasından sonra bu şekildeki ifadelerle yetinilmemeli, hemen istediğini yapmamalı ve çocuk konuşmaya özendirilmelidir (“Ver de vereyim” gibi), bu yapılmadığında böyle ifadelerle anne babasının kendisini anladığını gören, işini yaptırmaya alışan çocuk, konuşmayı erteler. Ayrıca çocuğun söyledikleriyle ilgilenilmemesi, bir şey söylediğinde duymamış gibi yapılması ve tepki verilmemesi ile onunla yeterince konuşulmaması, masal anlatılmaması, kitap okunmaması gibi hallerde çocuk dil gelişimi bakımından yaşıtlarından geri kalır. Çocuğun hazır olmadığı, istemediği anlarda konuşması için zorlanması da konuşmaya karşı direnç göstermesine yol açar.Bunun yanında çocuğun yetiştiği ortamda dilin sürekli tartışma aracı olarak kullanılması da konuşmayı geciktiren bir faktördür. Çocuk buna bağlı olarak konuşmaya karşı olumsuz bir tutum içine girebilir ve konuşma isteğinde bulunmayabilir.Bunun için anne babaların, çocuklarının konuşma çabalarını desteklemesi, bir şeyler söylediğinde onu pekiştirmesi önemlidir. Bundan sonra çocuğun isteğini ifade etmesine fırsat verilmelidir. Çocukla bol bol konuşmalı, ona masal anlatılıp ninniler, şarkılar söylenmeli, kitap okunmalıdır. Yalnızca sözel tepkilerle yetinilmemeli, beden dili ve davranışlarla da iyi iletişim içinde olmaya özen gösterilmelidir. Bu ona güven verir, kendine güveni artınca konuşmak için daha çok çabalar.Bilişsel faaliyetler bu dönemde gelişme gösterir. 12–18. aylar arasında bebek, deneme yanılma tekniğini kullanarak kendini çözüme götürecek yeni yollar keşfeder ve keşfinin sonucunu görmek ister. Örneğin oyuncağını yere, yastığın ve halının üzerine attığında farklı sesler çıktığını (yastıktan daha az ses çıktığını) fark eder. Bunun sonucunda oyuncağını nereye atacağına karar verir. Bu dönemde bebeğin çeşitli özelliklere sahip malzemelerle denemeler yapması algısal gelişimin yanısıra bilişsel gelişim üzerinde de olumlu etki yapar.18. ay dolaylarında nesnenin sürekliliği kavramı iyice yerleşirken bu aydan sonra anlama ve kavrama becerileri ile amaç sonuç bağlantısı gelişir. Bunun sonucunda eylemlerini daha anlamlı ve amaca yönelik olarak gerçekleştiren bebek, düşen oyuncağını ararken doğru yöne bakar, onu almak için amaçlı olarak hareket eder. Önündeki nesneleri yerinden oynatır ve ona ulaşır. Bu ilk zekâ belirtisidir. Ancak nesneleri son kaybolduğu yerde değil ilk denemede bulduğu yerde arar. Çözüme ulaşma gayreti bundan sonra ilerleme kat eder.Duyusalmotor dönemin son aşamasında bebek, bir şeyler öğrenmenin ve keşfetmenin yanında zihinsel koordinasyonlar kullanmaya, problemlere bu yolla çözümler aramaya, yeni araçlar icat etmeye başlar. Bilişsel özelliklerini semboller aracılığıyla dış dünyaya sunar.İki yaşından sonra bilişsel gelişimin bir sonraki aşaması olan işlem öncesi dönem başlar. Çocuk artık nesneleri ve sembollerini aklında tutmaya, bir sembolle bu sembolün temsil ettiği şey arasında ilişki kurmaya başlar. Daha bilinçli davranır, yeni etkinlikler dener, başarılı olamadığı zaman önceden ustalaştığı benzer bir davranışı tekrarlayarak sonuca ulaşmaya çalışır. Eskiden olduğu gibi deneme yanılma ile yetinmez, seçenekleri değerlendirerek, saptayarak, ilişki kurarak ve tasarlayarak hareket eder ve çözüm arar. Doğrudan algı alanında olmayan ancak daha önce izleyip hatırladığı bir davranışı veya olayı taklit yoluyla ortaya koyabilir. Kendisinden istenen bazı şeyleri yerine getirebilir, örneğin oyuncaklarını yerine götürür. Bunlar, kavrama ve dil gelişimindeki ilerlemeyi gösterirken onun aktif olarak düşünebildiğine ve çeşitli sonuçlara ulaşmak için fikirler, planlar geliştirebildiğine de işaret eder. 3 yaşına doğru ilgi alanında dikkatini toplama ve hatırlama süresi yaklaşık 15 dakika dolayına ulaşır.Ancak çocuk bu dönemde dış dünyayı kendi benmerkezci bakış açısıyla algılar ve değerlendirir, başka açılardan değerlendiremez. Her şeye canlıymış gibi davranır ve onlarla konuşur. Anne ve babasından öğrendiği cümleleri oyuncaklarıyla paylaşır. Kendisine söylenmiş “kırma, yemek ye, sessiz konuş, üzülme vb.” kelimeleri oyuncaklarına ya da birlikte oyun oynadığı çocuk veya kişilere söyler.
ÇOCUKLARDA TİK BOZUKLUĞU

Çocuk Psikolojisinde tik bozukluğu ,klinik pratikte farklı görünümlerde karşımıza çıkar. Çocuklarda görülen bu tük bozukluklarının nedeni tam olarak ortaya konamamıştır ancak birçok teori ileri sürülmektedir.Tik, birden ortaya çıkan, hızlı, yineleyici, ritmik olmayan, basmakalıp bir motor hareket ya da ses çıkarmadır. Cocugunuzun tik sahibi olmasinin baslica nedenleri soyle siralanabilir :• Kuralci ve titiz ana, baba tutumlari Denetleyici ve cocuktan performansinin uzerınde bir seyler bekleyen ana baba tutumlariTikler çocuklar arasında sık görülür. Özellikle 7-11 yaşları arasında daha fazladır. Erkek çocuklarda kız çocuklarına göre daha sık gözlenmektedir.Göz kırpma, baş sallama, omuz silkme, boğaz temizleme, ses çıkarma ya da daha karmaşık olabilen tiklerin önemli bir özelliği haftalar ve aylar içinde, hatta gün içinde çevre koşullarının değişimine göre şiddetinin artıp azalabilmesidir. Tikler uykuda belirgin olarak azalır; stres, heyecan, yorgunluk ve hastalık ile artarlar. Tik bozukluğu olanlar tiklerini bir süre için az da olsa baskılayabilirler ama bu süre sonunda tiklerde artış olabilir. Bunu gözleyen anne, baba ve öğretmenler (yanlış olarak) bu çocukların hareketleri bilinçli yaptıklarını, eğer isterlerse hiç yapmayabileceklerini düşünebilirler. Bu da çocuk ve anne-baba arasında sürtüşmelere neden olabilir.Tik bozuklarının gidişi genellikle iyidir. Erişkinlik dönemine geçerken şiddetleri azalır ya da kaybolurlar. Birlikte kronik bir hastalığın bulunması ve yetersiz aile desteği gidişi olumsuz yönde etkileyen etkenlerdendir.Eğer tikler belirginse çocuğun benlik saygısını düşürüp, sosyal ilişkilerini olumsuz yönde etkileyebilirler. Ayrıca yukarıda belirtilen nedenle anne, baba ile çocuğun arasında ilişki sorununa neden olabilir, ya da var olan sorunu artırabilir. Bu nedenlerle tedavi edilmesi uygun olur.Tik bozukluğunu bir yelpaze gibi düşünürsek, yelpazenin bir ucunda çoğu okul çocuğunda görülebilen, geçici, tek belirtili tikler varken; diğer ucunda Tourette Bozukluğu vardır. Geçici ve şiddetli olmayan tiklerde destekleyici tedavi yeterli olabilir. Burada anne, baba ve öğretmenin tiklerin istemli olmadığını kabullenmesi ve çocuğa destek olması önemlidir. Hekim tarafından da stresin azaltılması, çocuğun benlik saygısının ve aile içi ilişkilerin iyileştirilmesine yönelik yaklaşımlar uygulanabilir. Eğer tikler şiddetliyse ya da kronikleşmişse ilaç tedavisi eklenmelidir.Tik konusunun cozumunde asagidaki turde yaklasimlarda bulunmak yararli olabilir :• Cocugunuza tiki ile ilgili " yapma , etme " mesajlari vermeyiniz. • Cocugunuzun duygularini ogrenmeye calisiniz. • Tiklerin cogu gelip gecicidir. Kalici olanlar icin bir uzmana basvurunuz. Cocugunuzun hangi ortamlarda ve kimlerin yanindayken tiksel davranislarda bulundugunu belirleyinizAileye öneriler:Çocuğunuzda tik benzeri tekrarlayıcı hareketler gördüğünüzde önce bu hareketleri gözlemleyin. Sıklığını, şiddetini arttırıcı ya da azaltıcı etkenler olup olmadığını, birlikte başka fiziksel belirti bulunup bulunmadığını gözleyin ve çocuk hekiminize danışın. Eğer söz konusu olan bir fiziksel hastalık değilse bir çocuk ruh sağlığı çalışanından randevu alın. Bu arada çocuğunuzun bu haraketleri istemli olarak yapmadığını bilin, tikleri için onu uyarmayın. Uyarmanızın çocuğunuzun stresini artıracağından tiklerini de şiddetlendirebileceğini unutmayın. Ayrıca uyarmanız, tam da desteğe ihtiyacı olan çocuğunuzla aranızı daha gerginleştirecek, kendine güvenini de azaltacaktır. Çoğu zaman basit tikler, bu tutumlara dikkat edilirse ve öğretmen desteği de sağlanırsa bir süre sonra geçebilecektir.
ÇOCUKLARDA PARMAK EMME
Parmak emme, normal çocuklarda herhangi bir pisko-patolojik etken olmaksızın 3-4 yaşlarına kadar görülen bir olgudur.parmak emmenin çocuk psikolojisinde çocuklarda bir uyum ve davranış problemi olarak görülemesi için bazı kriterleri karşılaması gereklidir.Bebeklerin çoğu başparmaklarını ya da diğer parmaklarını emerler. Zararsız bir davranış olan parmak emmeye hemen bebeklerin tümünde rastlanmasının en önde gelen nedeni,yeni doğan bebeklerin parmak emmeyi daha anne rahminde, (uterus) öğrenmiş bulunmaları ve doğuştan sahip oldukları en güçlü reflekslerden birinin emme refleksi olmasıdır.Nitekim ender olarak yeni doğan bazı bebeklerin parmak ya da bileklerinde görülen kabarcıklar bunun bir sonucu olmaktır.1 yaş çocuklarının hemen yarısı parmaklarını emerler.9 ayda itibaren uykuyla parmak emme arasında yakın bir ilişkinin olduğu, uykusu gelen bebeğin parmağını ağzına götürdüğü görülür. Çocuğu parmak emmeden vazgeçirmek üzere yapılan çabalar, 3 yaşına kadar çocuk tarafından dirençle karşılanır. Bazı bebekler yeni dişlerinin çıkması ,bazıları da zorlukla karşılaştıklarında utanma ve sıkılma belirtisi olarak parmaklarını emerler. Genellikle 18. ay dolaylarında sıklaşan parmak emmenin 4 yaşına doğru kaybolması beklenir. Araştırmalar en geç 5-6 yaşlarında sona erdiği takdirde parmak emmenin zararının olmadığını,ancak süregelmesi halinde dişlerde deformasyona neden olabileceğini kanıtlamıştır. Alt ıslatmada olduğu gibi, sürekli parmak emme alışkanlığı da psikolojik sorun ve gerginliklerin bir sonucu olarak gelişebilir.Parmak emme alışkanlığı karşısında anne babanın yapacağı en sağlıklı yaklaşım nedir?Olayı telaşa kapılmadan sabırla karşılamak ve sürekli ilgilenmekten kaçınarak, çocuğa bu alışkanlığın bebekçe bir davranış olduğunu, başkalarını gözüne hoş görünmeyeceğini basit bir dille anlatmaktır. Aile içinde sürekli aynı alışkanlığı konu edilerek dikkatleri çocuk üzerine çekmek, bu nedenle telaşa ve gerginliği girmek ve çözüm amacıyla çocuğu sürekli eleştirmek yanlış anne baba davranışları arasında sayılır. Okul yaşında parmağını emme çocuk, öğretmenin uyarısı, anne babasının eleştirisi, hatta arkadaşlarını alaylarını karşın bu alışkanlığını sürdürür. Bu durumda çocuğa yapılan olumlu tavsiye ve açıklamalarla psikolojik açıdan uyumunun sağlanması, sorunu ortadan kalkmasına neden olabilir. Burada önemli olan, bir gerileme (regression) belirtisi sayılan bu alışkanlığı oluşturan etkenlerin ana baba tarafından keşfedilerek ortadan kaldırılması. Örneğin,yeni bir kardeşin doğumu,çocukta bu tür bir alışkanlığın başlamasına neden olabilir.Cıvıldayan, emekleyen, parmak emip tırnak yemeye başlayan çocuk ,bu tür bebekleşme hareketleriyle kaybettiği ilgiyi kazanma savaşımına girer. Daha önce de belirttiğimiz gibi, kardeşin doğumundan önce çocuğun hazırlanması, kardeşin varlığına karşın çocuğun statüsünün devam edeceği ve onun yerinin ayrı olduğu konusunda çocuğun ikna edilmesi, kardeşin yardıma muhtaç bir yakını olması nedeniyle elbirliğiyle ona bakma gereğine çocuğun inandırılması ondaki gerginliği azaltır. Böylelikle bu gerginlikten kaynaklanan alışkanlıklar da zamanla kaybolur. Alt ıslatma benzerliği nedeniyle parmak emme de yaşla azalır.Bu konuda da yine özellikle ilk çocukluk döneminde tedaviden kaçınılmalıdır.Okul öncesi dönemindeki parmak emme ya da alt ıslatma durumunda gereksiz telaş yerine, olayın temelinde anne babanın da etkisi bulunduğu düşünülerek uzmanlarca sabırlı ve sürekli bazı eğitimsel önlemler uygulanmalıdır.

ÇOCUK KORKULARI

Birçok anne baba ve eğitimci, çocukların korkuları olduğunu bildikleri halde, çocukların bu korkuları hakkında yeteri kadar bilgi sahibi değildirler.Korku çocukların görünen ve görünmeyen tehlikeler karşısında gösterdikleri doğal bir tepkidir. Korku bir nesneye, kişiye ya da bir olaya bağlıdır. Korkunun en önemli özelliği, korku veren uyaranın ani ve beklenmeyen bir durumda ortaya çıkmasıdır. Korkunun oluşumu, kişinin içinde bulunduğu çevrenin koşullarına, uyaranın şiddetine, geçmişteki yaşantılarına, o andaki fizyolojik ve psikolojik durumuna bağlıdır.NEDENLERÇocuk için yeni olan ve bilinmeyen her şey korku verir. 2-3 yaş çocukları yüksek seslerden, elektrik süpürgesinin çıkardığı sesten, gök gürültüsünden korkarlar. 3-4 yaşlarında bu korkulara annenin desteğini kaybetme, yalnızlık, yangın, kaza vb. olaylardan korkma eklenir. Bu yaş çocuğu için somut olayların yanı sıra hayal edilen şeyler de korku kaynağı olmaya başlar. Bunun nedeni çocuğun gelişmekte olan hayal gücüdür. Bu nedenle zeki ve üstün yetenekli olan çocukların korkuları daha çok ve çeşitlidir. 4 yaş civarında çocuğun korkularında yavaş yavaş azalma görülür.5-6 yaşlarındaki bir çocuk masalların etkisi ile imgeleme dayanan nesnelerden korkar. Bu yaş çocuğunun çevre ile etkileşimi ve deneyimi artmıştır. Böylece tehlikeli olayları, durumları ve toplumun değer yargılarını öğrenmiştir. Hangi davranışlarının başkaları tarafından kabul edilmeyeceğini ya da onaylanmayacağını tahmin edebilir. Bu nedenle çocuk zaman zaman davranışlarının başkaları tarafından beğenilmeyeceği korkusunu taşır. 6 yaşta korkularda tekrar artma görülür.Çocuk korkusunu ağlayarak, annesine sarılarak, bir yetişkinle birlikte bulunmak isteyerek, eşyaların arkasına saklanarak ya da sözel olarak açıkça belirtebilir. Çoğu kez iştahsızlık, uykusuzluk, gruba katılmak istememe, inatçılık, içe kapanma vb. davranışların altında yatan temel neden korkudur. Korku anında yüz sararır, nabız ve kalp atışları hızlanır, mide kasılır, kusma olabilir. Bazı çocuklar ise konuşurken kekelemeye başlarlar.Çocuk korkuyu anne-babasını örnek alarak öğrenebilir. Annesinin köpekten korktuğunu gören çocuk, annesi gibi köpekten korkmaya başlar. Ayrıca çocuğa anlatılan korkulu masallar, eğitimde korkunun etkin bir araç olarak kullanılması, çocuğun aşırı derecede korunması, çocuğun geçirmiş olduğu kaza, deprem, sel, kavga, yaralanma, ölüm vb. yaşantılar da çocukta korku başlatabilir ya da mevcut korkuların uzamasına neden olur.ÖNERİLERÇocukta korkunun uzamasını ve olumsuz etkilerini önlemek için korkunun nedenleri araştırılmalı ve bu nedenler ortadan kaldırılmalıdır.Anne-babalar çocukların korkularını yok saymamalı, asla küçümsememeli ve alay etmemelidirler. Korkuları olan çocuğa sabırlı davranmalı, korkularını yenmesi için zaman tanınmalıdır.Aşırı koruyucu bir tutum ile çocuğu her şeyden korkar hale getirmemelidir.Çocuğa "Aman düşersin!", "Sen tek başına karşıya geçemezsin" vb. sözlerle çevrenin tehlikelerle dolu bir yer olduğu duygusu aşılanmamalıdır.Fiziksel temasın çocuğun korkusunu kontrol altına almasında yardımcı olacağı unutulmamalıdır.Çocuğun arkadaş grubuna girmesine ve öz güven duygusunu geliştirmesine yardımcı olunmalıdır.Çocuk korkuları konusunda, konuşmaya hazır olduğu zaman onunla açıkça konuşulmalıdırÇocuk korktuğu şeye yavaş yavaş alıştırılmalıdır. Örneğin denizden korkan bir çocuğun önce uzaktan denizi ve deniz kenarında oynayan çocukları izlemesine imkân verilmelidir. Daha sonra çocuğun önce deniz kenarında oynaması, sonra ayaklarını ıslatması ve yavaş yavaş denize girmesi sağlanmalıdır.Çocuklara korkulu masallar anlatılmamalı, korkulu filmler izletilmemelidir.Korkuyu hafifletmek amacıyla "Erkek adam hiç korkar mı?", "Sen artık kocaman oldun" gibi sözlerden kaçınılmalıdır.KORKU ASLA BİR DİSİPLİN ARACI OLARAK KULLANILMAMALIDIR!Korku çocuğu uyarır ve tehlikelerden uzaklaşmasını sağlar. Böylece çocuk birçok tehlikeden kendisini korur. Ancak korkunun çok olması ve yoğun yaşanması çocuğu rahatsız eder. Anne-babanın alacağı eğitsel önlemlerle çocukluk korkularının azalması beklenir. Ancak anne-baba ve öğretmenin hatalı yaklaşım ve davranışları çocukluk korkularının ergenlik hatta yetişkinlik dönemine kadar uzamasına neden olabilir. Korku çocuğun yaşamını engelleyecek düzeyde ise davranış bozukluğu olarak değerlendirilir. Bu durum uzman tedavisi gerektirir.Çocuk Korkularını Önemseyin!Korku, küçük yaşlarda yenilmediği zaman çocukta, zeka geriliği, aşırı sinir, hiperaktiflik veya içine kapanıklık (otistik), uyumsuzluk ve hassasiyet gibi tehlikeli rahatsızlıklar başlayabiliyor.Korkuyu besleyici davranışlardan kaçınınUzmanlar, aileleri, korkularından dolayı çocuklarını ayıplamaktan kaçınılması ve korkunun üzerine ‘çivi çiviyi söker' yaklaşımıyla gidilmemesi konusunda uyarıyor. Çocuklarda korkunun, bebeklik döneminden başlayıp 4 yaşında doruğa ulaştığını belirtilerek ‘erkek çocuk korkar mı, koskoca adam olacaksın' gibi sözlerin korkuyu beslediğine dikkat çekildi.Bebeklik dönemine dikkatUzmanlar, çocuğun bebeklik döneminde her şeyin ürküntü verici olduğunu dile getirerek, alışılmamış bir nesne, yabancı bir yüz, yanına getirilen bir bebek, acıkma, susama veya altının ıslanması gibi nedenlerin çocukta korku duygusunu geliştirdiğini kaydetti.Korkularla alay etmeyinUzmanlar, şu önerilerde bulunuyor; 'Aileler ve eğitimciler, çocuğun korku tepkileri karşısında sert tepki göstermekten uzak durmaları gerekir. Genellikle korku duygusu ortaya çıktığında ailelerin ‘erkek çocuk korkar mı, koskoca adam olacaksın' gibi sözleri, korkuyu azaltmaz, aksine besler. Korkularından dolayı çocuğu ayıplamaktan, utandırmaktan kaçınılmalı, korkularla alay edilmemelidir. Korkunun üzerine gitmekten mutlaka kaçınılmalıdır. Ev içinde korkutucu bir nitelik, araç veya gereç olup olmadığı iyice araştırılmalı, çocuk eğer oyundan ve arkadaştan yoksun ise bunlara olanak yaratılmalıdır. Aşırı kollayıcı tutkuları gevşetmek, çocuğun kendi işini kendisinin görmesine katkı sağlanmalı. ‘Çivi çiviyi söker' mantığıyla harekete geçip korkuları bastırmaya, bir korkuyu başka bir korkuyla yenmeye çalışılmamalıdır. Karanlıktan korkan bir çocuğu, karanlık odaya sokmaya kalkılmamalı, karanlık odaya birlikte girilmelidir. Köpekten korkan bir çocuğa, çoban köpeği okşatmak korkuyu artırır, ama işe yavru bir köpekle başlarsanız, çocuktaki korku duygusunu en başından yenmiş olursunuz.
ÇALIŞAN ANNE--- ÇOCUK İLİŞKİSİ

Annenin çalışmasının çocuk üzerinde yaratacağı etkilerinin olumlu veya olumsuz olması pek çok etkene bağlıdır. Bunlar annenin çalışma nedeni, statüsü, kazancı, çalışma koşulları, işinde tatmin olup olmaması, annenin çalışmasının düzenli olup olmaması, annenin çalışmasının ailede yarattığı sorunlar, annenin eğitim düzeyi, annenin yokluğunda çocuğa bakan kişinin özellikleri, bu bakımın sürekli - dengeli olup olmaması, annenin eğitim anlayışı, çocuğu ile kurduğu ilişkinin türü gibi sebeplerdir. Eskiden her gün tekrarlanan, kısa süreli anne - çocuk ayrılıklarının çocuklarda psikiyatrik bozukluklar yaratacağı ileri sürülüyordu. Ancak bize göre artık bu görüş tam olarak doğru değildir. Çünkü anne yokluğunda çocuğa iyi bir bakıcı bulunabilir. Bu kişi sık sık değişmez ve çocukla iyi ilişkiler geliştirirse çocuğun anne yokluğundan kaynaklanan sağlıksızlıklar giderilebilir. Üstelik çalışan annenin mutlaka çocuklarına,çalışmayan annelerden daha az vakit verebildikleri de söylenemez. Anne eğitimli ise, çocuklar planlı olarak bazı etkinlikler yapabilmek ve birlikte olabilmek için daha çok vakit olabilir. Ancak bütün çalışan annelerin çocuklarıyla aynı şekilde ilgilenmelerini beklemek olanaksızdır.Bazı anneler çocukları için vakit ayıramadıklarından kendilerini suçlu hissederler.Bu suçluluğu kapatmak için çocuğu sürekli maddi ödüllere yuvarlar. Bunun sonucun da sürekli anneden maddi ödül bekleyen, aşırı korunmuş çocuklar ortaya çıkabilir. Çalışan anneler için önemli olan çocuklara vermeleri gereken zamanın çokluğu değil, etkiliğidir. Eğer çocuğa ayrılan zaman dolu dolu ve anlamlı geçirilebilirse birçok olumsuzluk önlenebilir.Annelere önerim; çocuklarına mümkün olduğu kadar süreklilik arz eden bir ilgi göstermeleridir. Bir gün çok, bir gün az ilgi göstermek yerine, her gün belirli bir zaman dilimi çocukla paylaşmak çocuğun duygusal gelişimi açısından önemlidir.
ÇOCUK GELİŞİMİNDE BABA FAKTÖRÜ

Baba-çocuk ilişkisinin niteliği çok önemlidir. Baba, yaratmak istediği otorite ve disiplini, korkutarak oluşturursa, çocuk da dış dünyayı korkutucu olarak görebilir. Baba, erkek çocuk için model, kız çocuk için ise karşı cinsin temsilcisidir.Babalık rolü, tıpkı annelik gibi çocuğa sahip olmayı istemekle başlar. Baba adayının, çocuğuyla olan ilk iletişimi annenin hamilelik döneminde eşine yardımcı olmasıyla başlar. Özellikle günümüzün getirdiği koşullar babanın çocuğun eğitimindeki yerini genişletmiştir. Çalışan anne sayısının artmasıyla babanın aldığı sorumluluklar da artmıştır. Bazı teorisyenler, annenin bebekle olan ilişkisinin bebeğin daha sonraki kişiliğini ve sosyal ilişkilerini büyük ölçüde biçimlendirdiğini savunurlar. Diğer yandan da babanın iki yaş evresinden sonraki aşamalarında etkili olduğu belirtilmiştir. Yapılan çalışmalarda baba-çocuk ilişkisinin; zeká, psiko-seksüel ve kişilik gelişimini etkilediği görülmektedir. İlk iki yıldan sonra artık çocuk anne ve babaya eşit mesafededir. Baba, çocuk için dış dünyanın ilk temsilcidir. Bu sebeple baba-çocuk ilişkisinin ilk adımlarının atıldığı bu dönemde aynı zamanda çocuğun dış dünyayla ilgili düşüncelerinin de ilk adımları atılmış olur. Bu bağlamda olumlu baba-çocuk ilişkisi, çocuğun dış dünyaya daha güvenle bakabilmesini sağlar. Buna paralel olarak çocuğun kendi kafasında yarattığı baba imgesi de çocuğun ileride dünyaya yaklaşımının temellerini oluşturur.Erkek çocuklar erkeksi gücü, mücadeleyi, rekabeti, yenme ve yenilmeyi baba ile deneyimler. Ayrıca erkek çocuk beş yaşından sonra kendi cinselliğini fark etmeye başlayınca babayı taklit etmeye, onun gibi olmaya çalışır. Kızlar ise erkek dünyasına ait ilk yatırımlarını babaları sayesinde oluştururlar. Anne ve babanın çocuğun eğitimindeki yeri birbirini tamamlar ve destekler niteliğindedir. Baba, genellikle disiplini sağlayan, anne ise aileyi bir arada tutan kişi olarak görülür. Anne, kız çocuk için model, erkek çocuk için karşı cinsin temsilcisidir.
EĞİTİMDE AİLENİN ÖNEMİ

Çocuk eğitiminde ailenin önemi ve sorumlulukları son derece önemlidir. Gerek çocukluğun ilk yılları olan okul öncesi dönemde, gerekse okul yıllarında ailenin vermiş olduğu eğitim veya takındığı tavır çocuğun kişilik gelişimini önemli oranda etkilemektedir.Bu konuda yapılan araştırmalar gösteriyor ki çocuğun kişilik gelişiminin % 65'i okul öncesi dönem dediğimiz 0-6 yaş döneminde oluşmaktadır. Bu dönemde çocukta oluşan olumlu veya olumsuz kişilik yapısı daha sonraki dönemlerde telafisi zor sonuçları doğurmaktadır. Yaşamın ilk yıllarını olumsuz koşullar içinde geçirmiş olan bireylerin bu olumsuzlukları yetişkin olduklarında da devam ettirdikleri gözlenmiştir. Birey yetişkin olsa da çocuklukta yaşamış olduğu ailenin ve almış olduğu aile eğitiminin etkilerini taşımaktadır.Ailenin etkisi okul döneminde de devam etmektedir. Her ne kadar çocuk okula gitmiş olsa da zamanının büyük bölümünü ailenin içinde geçirmektedir. Ailedeki herhangi olumsuz bir durum çocuğun akademik başarısını da etkilemektedir.Ailenin yaptığı hatalarDuygusal durumlarda kaygılı olan anne babalar gerçeği doğru olarak algılamakta güçlük çekerler. Bu nedenle çok küçük şeyleri bile abartma eğilimindedirler. Endişe ve kaygıları o kadar abartılı olur ki çocuğun yaşamsal alanını kısıtlama durumu ortaya çıkar.Çocuklarına yaşamış oldukları çevreden her an bir tehlike geleceğinin düşünürler ve çocuğun çevresiyle ilişki kurmasını engellerler. Çocukluk döneminde çevresiyle yeterince ilişki kurmamış bir çocuktan ileriki hayatında sosyal bir insan olmasını beklemek çok da doğru değildir.Bazı anne babalar çocuklarıyla gerektiği gibi ilgilenmezler. Çocuğa karşı davranışlarında onu birey olarak görmeme eğilimi yüksektir. Aralarında geçimsizlik bulunan anne babalar çocukları için bu duruma katlandıklarını ifade ederler. Bu durumda çocuk kendisinin istenmediğini düşünür. Anne babalar çocuklarını ayrı bir kişi ayrı bir birey olarak görmezler. Kendileri nasıl davranıyorsa çocuktan da aynı davranışları beklerler. Bu durum çocuğun kişilik ve ruhsal gelişimini olumsuz etkiler.Aile sıcaklığı önemli!Bazı anne babalar aşırı hoş görülü olur. Çocuğun her dediğini yaparak onun mutlu olmasını sağlamaya çalışırlar. Har dediğini yaptırmaya alışmış çocuk aile dışına çıktığında çok ciddi disiplin problemleriyle karşılaşmaktadır. Bu da kişilik olarak çekingen, başkalarına bağımlı ve zayıf iradeli çocukların (yetişkinlerin) oluşmasına neden olur. Başka bir anne baba modelin de ise bunun tam tersi bir durum söz konusudur. Aile çocuğu tamamen ilgiden ve sevgiden yoksun bırakmıştır. Aile sıcaklığını yaşamamış bir çocuktan sağlıklı bir kişilik gelişimi beklenemez.Hayatında istediği yerlere gelememiş anne babaların ideallerini çocuklarının üzerinde gerçekleştirmek istediklerini görüyoruz. Örneğin gençliğinde doktor olmak isteyip de olamayan anne veya baba bu isteğini çocukla gerçekleştirmek istiyor. Çocuğu tanımadan onun ilgi ve isteklerini görmezden gelerek sırf kendi isteğini gerçekleştirmek için çabalayan binlerce aile var ülkemizde.Gideceği liseyi veya üniversiteyi ailesi istediği için tercih edipte yok olup giden binlerce genç var ülkemizde. Motivasyon olsun diye başka çocuklarla kıyaslanan bir çocuktan kendisi olmasını bekleyemezsiniz. Amcasının oğlu A üniversitesinin B bölümüne gitti diye o üniversiteye ve o bölüme gitmek için kendi hedef ve ideallerinden vazgeçen veya vazgeçirilen gençler mensubu bulunduğu ailenin ürünüdür.Çocuğun elde etmiş olduğu başarıyı hemen sahiplenen, buna karşın başarısızlıkta kendisi dışında herkesi sorumlu (suçlu) tutan aileler yok mu çevremizde?Neler yapmalı?* Çocukların ayrı bir birey olduğunun farkına varılmalı. Onun ilgi ve isteklerinin olabileceği bilinmeli* Çocuklar sevgiden ve ilgiden yoksun bırakılmamalı; fakat bu sevgi ve ilgi gereğinden fazla olmamalı*Çocuklara sorumluluk verilmeli, onun kendini ifade etmesi ve gerçekleştirmesi teşvik edilmeli* Çocukların çocukluklarını yaşamaları sağlanmalı, çocuk oyun oynamalı, bisiklete binmeli, toprakla oynamalı vb.*Başkalarıyla kıyaslanmamalı. Çünkü insanların akademik ve sosyal becerileri akraba olsalar da birbirinden farklıdır.* Ailenin önceliği çocuğunun sağlıklı bir kişilik yapısı oluşturmasını sağlamak olmalıdır. Kendi ayakları üzerinde durabilen, kendi kararlarını alabilen bir birey hayatında mutlu ve başarılı olacaktır.* Sonuç olarak bu maddeleri uzatmak mümkündür. Elbette her anne ve baba çocuğunun iyi yetişmesini ister. Bunun için tutulan yolar farklı farklı olsa da amaç aynıdır. Çocuğun mutluluğu.* Yapılan yanlışları görmemek mümkün değildir. Değişen çağla beraber anne baba olarak bizlerin de bu değişime ayak uydurması kaçınılmazdır.* Çocuklarımızın iyi birer yetişkin olması bizlerin iyi birer anne ve baba olmasına bağlıdır.
ÇOCUKTA OKUL KORKUSU

Okul fobisi, çocukların okuldan korktuğu bir tür ayrılma anksiyetesidir. Okula gitmeyi reddedebilir ya da ana-baba figürlerinden ayrılınca ortaya çıkan boğucu anksiyete nedeniyle büyük güçlükler çekerek okula katlanabilirler.Çocuk birdenbire, birgün okula gitmek istemez; zorlamalar karşısında anksiyete duyar; panik içine girer, midesi bulanır, kusar, ağlar, gitmemekte direnir. Bazıları zorlamalara dayanamayıp yola çıkar, yarı yoldan döner, ya sınıftan çıkar eve gelir. Başlangıç bazen sinsidir. Ön belirtiler günlerce sürebilir. Çocuk neşesizdir, uykuya dalmakta güçlük çeker. İştahı kesilir, ödevlere karşı ilgisi azalır. Her sabah somatik bir belirti ile uyanır. Başı, karnı ağrır, midesi bulanır. Bir gün okula gitmeyeceğini bildirir. Neden olarak, öğretmenden korktuğunu ya da arkadaşının kendisini rahatsız ettiğini söyleyebilir. Bazıları da tanımlayamadıkları bir korkudan söz ederler. Çoğu zaman evde rahattırlar. Şiddetli vakalarda evde de huzursuz olabilirler. Aile bireyini (genellikle anne) bir yere bırakmaz, peşinden dolaşırlar.Her yeni durumun uyum sorunu yaşatıyor olması normaldir. Anneden ayrılık deneyimini ilk defa anaokulu döneminde yaşayan çocuklar, bu dönemde okulun içine girmeye ikna olmakta zorlanırlar ve tedirgin olurlar. Normal gelişim gösteren bir çocukta bu durum kabul edilebilir ancak sorun okula başlamakla ilgili değildir. Anne ve çocuk arasındaki bağımlı ilişkide; annenin çocuğun bireyselleşmesine izin vermemesi, bir bakıma annenin de çocuğa bağımlı olması, ev içinde baskılı-kaygılı ortamların olması, yeni bir kardeşin gelmesi, çocuğun bu süreci henüz anlayamamış olması, anne ve babanın çok kaygılı kişiler olmaları, aile içinde bir yakının kaybı ve hastalıklar gibi birçok faktör de etkili olabilmektedir. Çocuğun okula başlamadan önceki dönemde arkadaş deneyimlerinin niteliği, duygularını ve düşüncelerini anlatmada desteklenmiş olması bu dönemdeki zorlukları atlatmada önemli deneyimler oluşturmaktadır.Bağımlı, ilişki kuramayan, arkadaşları ile oyunu reddeden, anne ile ilişkisi sağlıklı organize edilememiş bir çocuğun okula başlarken sorun yaşaması beklenilebilmektedir. Bu çocuklarda ilgi ve enerji kaybı, sinirlilik, içe kapanık olma durumu, nedensiz ağlama, baş ve karın ağrılarından yakınma gözlemlenebilmektedir.Okula karşı negatif duygular beslememeleri için çocuklara, okul ile ilgili gerçekçi bilgiler verilmelidir. Okula başlama dönemi öncesinde anne çocuğu farklı arkadaşlıklar kurması için cesaretlendirebilir ayrıca çocuğun güven duyabileceği başka aile bireyleri kendi okul deneyimlerini çocuğa aktarabilirler. Okulun öğrenme eyleminin dışında çocuğa keyifli gelebilecek yönlerinin de anlatılması faydalı olabilir. Çocuk psikolojisiyle ilgilenen uzmanlar olarak, anne-babalara genel olarak, çocuğun bireysel becerilerini geliştirmesini, kendi başına giyinip soyunabilmesini, yardımsız yemek yeme gibi becerileri kazanmış olmasını öneriyoruz. Ayrıca her anne baba, çocuğunu her dönemde etkin bir şekilde dinlemeli ve kaygılarının olabileceğini kabul etmelidir.Okula gitmediğinden dolayı çocuğu suçlamaktan kaçınılmalıdır. Ona bu durumun bir çok çocukta görüldüğü, tedavi edilebileceği anlatılır. Onun güvenini kazandıktan sonra her ne şekilde olursa olsun okula gitmesi gerektiği, zaman geçerse bu korkuya, derslerden geri kalma korkusunun ekleneceği söylenir. Okula ailesinden birisi ile gitmesi, çıkışa kadar onunla beraber okulda kalması istenir (Bu kişi daha az bağımlı olduğu bir aile bireyi olabilir). Bunun için okulda işbirliği sağlanmalıdır. Bir yandan da çocuğun bireysel tedavisi, davranış ve oyun tedavisi ile sürdürülür.Aile tedavisi ailede kronik anksiyete, bağlılık, bağımlılık konuları ele alınır. Yaş ne kadar küçükse tedaviye yanıt o kadar iyidir ve kısa sürede çocuk okula döner. Stresle ilgili yinelemeler olabilir.
HİPERAKTİF ÇOCUKLAR
Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğunun üç şekli bulunmaktadır. Birincisinde dikkat eksikliği ön planda ,ikinci tipinde hiperaktivite ön planda ,diğer tipinde ise ikisi birlikte görülmektedir. Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu toplumda sık görülmektedir. Bu çocuklarda sürekli hareketlilik ile beraber dikkat eksikliği ve fevri olma durumu sıktır. Bu belirtilerin görünümü tanının geçerli olması için 7 yaşından önce başlamalıdır.Dikkat eksikliği belirtileri -başka nedenler yok ise - :Dikkatlerini uzun süre toparlayamazlar , başladıkları işlerin sonunu getirmekte güçlük çekerler , dikkat gerektiren günlük işlerden kaçınırlar, eşyalarını sık sık kaybederler , günlük işlerde unutkanlıkları vardır, işlerini düzensiz ve dağınık yaparlar , genelde bir işten diğerine çok sık geçiş yaparlar, karşısındakini dinlememe sık sık konu değiştirme görülür, dikkatleri ilgisiz uyaranlarla sık sık dağılır, çalışmaları plansızdır , emirleri anlamakta güçlük çekerler, yaptıkları işlerde dikkatsizce hatalar yaparlar.Hiperaktivite belirtileri-başka nedenler yok ise- :Yerinde duramama hali vardır, devamlı kıpır kıpır haldedirler, kendi yaşıtlarına göre belirgin farklılık ile sürekli hareket halindedirler, Her şeye karışma , mobilyaların üzerinde gezme , ev içinde koşuşturma , bir iş yaparken sık sık ayağa kalkma gezinme halindedirler, konuşmanın sonu gelmeden araya girerler, başkaları onların sözünü kesememekten yakınır,elleri ayakları kıpır kıpırdır, ellerinde sürekli bir şeylerle oynarlar, olası sonuçlarını düşünmeden tehlikeli işlere girme görülür, sakinlik isteyen grup içi etkinliklere katılmakta zorlanırlar, etraftaki insanlar tarafından sık sık hareketlilik konusunda uyarılırlar.Hiperaktivite ve dikkat eksikliği olan çocuklarda okul çağından önce ve okul çağında hareketlilik ve dikkat eksikliği belirgin olarak göze çarpar. Bu dikkat eksikliği ve hiperaktivite özellikleri sadece bir ortamda değil birkaç ortamda kendini belli eder . Hiperaktif çocukların işlevselliği belirgin olarak bozulur , özellikle okul döneminde göreceli bir başarısızlık ve sık sık öğretmeninden uyarı alma görülür. Derse konsantre olamadığı ve dikkat eksikliği olduğu için , çoğu zaman zeka normal hatta normalin üstünde olmasına rağmen derslerde başarısızlık görülür.Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu olan çocuklarda ek diğer psikiyatrik durumlar olabilir. Bu psikiyatrik durumlar arasında öğrenme güçlükleri , karşı gelme bozukluğu , davranış bozukluğu , anksiyete bozuklukları sayılabilir .Önemli olan bu tanının psikiyatrik muayene ve testler ile kesinleştirilmesi gerekir.Tedavi konusunda ilaç tedavisi ön plandadır. Türkiyede mevcut ilaçlar ile dikkat eksikliği ve hiperaktivite semptomları büyük oranda kontrol altına alınabilmektedir. Gerekirse ilaç tedavisinin yanı sıra ek olarak pedagojik eğitim ile dikkat süresini artırma ve davranışçı yaklaşımlar vardır. İlaç tedavisinin ne kadar devam edeceği klinik görünüm ve semptomların devam etmesine göre tespit edilir.Hiperaktif çocuğun ailesinin yönlendirilmesi önemlidir. Ailenin bu türlü bir çocuğu idare etmesi güç olur , Genelde çocuğun sosyal ilişkileri bozulur ve arkadaş ilişkilerinde sorunlar yaşanır . Ders başarısızlığı da bu duruma eklenince çocuğun kendine olan özgüveni azalır , alınganlığı artar. Bu nedenle ailenin ve çocuğun psikososyal açıdan desteklenmesi çok önemli bir konudur.Diğer yandan çocuğun okul içerisindeki durumu öğretmenin yönlendirmesi ve davranışları önemli olmaktadır. Yanlış tutumlar çocukların hareketliliğini daha da artırmakta , mevcut problemlerin çözümünü güçleştirmektedir. Okul -aile - doktor işbirliği bu durumda çok önemlidir.
ÇOCUKLARDA ÖĞRENME GÜÇLÜKLERİ
Çocuklardaki öğrenme güçlüğü bazı alanlarda çocuğun zeka düzeyi ve yaşına uygun gelişim düzeyinin çok altında başarı göstermesi ile karakterizedir. Bu alanlar matematik öğrenme güçlüğü , yazılı anlatım güçlüğü ,okuma güçlüğü şeklinde özetlenebilirÖzel öğrenme güçlüklerinin görünümü çocuğun zeka seviyesine göre bazı alanlarda beklenen başarıyı gösterememesidir. Özel öğrenme güçlüğünde başka bir psikiyatrik veya organik bir nedene bağlı olmaması önemlidir.Özel öğrenme güçlüklerinin tanısı klinik görünüm ve yapılan testlerle belli olmaktadır.Özel öğrenme güçlüğünün ayrıcı tanısında okullardaki normal olarak gelişen sapmalar ,eğitim ve öğretimde fırsat eksikliği , çocuğa verilen yetersiz öğrenim durumu göz önüne alınmalıdır. Ayrıca görme ve işitmeveya herhangi bir duyu bozukluklarında , zeka problemi olan çocuklarda , yaygın gelişimsel geriliği olan çocuklarda görülen o bozukluğa bağlı öğrenme güçlüğünden bu mevcut durum ayırt edilmelidir.Okuma bozukluğunda çocuğun zeka düzeyi ve aldığı eğitim göz önüne alındığında çocuğun ondan beklenen seviyenin önemli derecede altında okuma becerisi göstermesidir. Okuma bozukluğu olan çocuklarda sesli okumada çarpıklıklar , yanlış sözcük kullanma ve sözcük atlamaları olur. Okuma bozukluğu yüksek IQ ile beraberse , erken tanı ve tedavi ile sonuç iyi olmaktadır.Matemetik ve yazılı anlatım bozukluğunda da okuma bozukluğunda olduğu gibi IQ seviyesi ve aldığı eğitim göz önüne alındığında önemli derecede yetersizlik görülür.Bu durum çocuğun okul performansını ders başarısını önemli derecede etkiler , Aileler normalde çocuklarının zeka düzeyine baktıklarında belli bir başarı beklemelerine karşın çocuklardan yukarıda bahsedilen alanlarda önemli derecede sıkıntı olmaktadır. Bu durumda çocuğun kendi özgüveni bozulmakta , aile ile olan ilişkilerde sorunlar yaşanmaktadır.Özel öğrenme güçlüklerine başka psikiyatrik durumlar da eşlik edebilir. Özellikle dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu ile sık bir şekilde bir arada olabilir. Bu iki durumun ayırıcı tanısı bazı standart testler ve çocuğun klinik durumu ile kesinleştirilmektedir. Tedavide özel öğrenme güçlüğüne yönelik eğitimin verilmesi ile tedavi gerçekleşebilir. Ancak bu durumun tedavisi uzun bir süre almakta , bazı problemler yaşam boyu devam edebilmektedir
KEKELEME
Çocuğun konuşmasının zamanlamasında ve akıcılığında bozulma sözkonusudur, seslerin ve hecelerin sık uzatılması ve tekrar edilmesi olabilir. Hece ve kelimeleri söylerken duraklama olabilir .Bazan söyleyemediği kelimeyi konuşmamak için kişi başka kelimeler kullanmaya çalışabilir. Kelime yinelemeleri olabileceği gibi hece yinelemeleride olabilir.Genelde 2-4 yaşları arasında olan kekemelik normal olarak karşılanır . Kekemeliğin %90 geçici olmakla beraber %10 kadarı kalıcı olabilir . Israr eden kekemeliklerde gerekli müdahalenin yapılması gerekir.Bazı durumlarda kekemelik dalgalanmalar şeklinde değişik dönemlerde görülebilir.Ailenin çocuğun kekemeliğine dikkat çekmemesi gerekir . Çocuk kekelemeye başladığında sanki normal konuşuyormuş gibi davranmak önemli bir noktadır .Eğer dikkat çekerse , uyarırsa çocuğun anksiyetesi daha da artar , bu da konuşmanın daha da bozulmasına neden olur . Kekemelik durumunu değişik stres etkenlerinin , kaygı durumlarının , aşırı kontrolcü ebeveyn davranışlarının , yeni hayat aşamasında ( kardeş doğumu , okula başlama gibi ) uyum güçlüklerinin kekemeliğin şiddetini artırdığı konusunda klinik veriler mevcuttur . Kekemelik belli bir süre geçmez ise anne babaların zaman kaybetmeden çocuklarını çocuk psikiyatristine getirmeleri gerekir. Belli bir yaştan sonra kekeleme için konuşma , nefes ve ritim egzersizleri verilir . Bu egzersizler ile çocuğun durumuna eşlik eden kaygı durumlarını azaltmak amacı ile ilaç tedavisi de uygulanabilir. Yurt dışında konuşma terapisti yetiştiren dört senelik fakülteler olmasına karşın ülkemizde kekemelik profesyonel anlamda ele alınmamaktadır .Bu arada kekemelikten dolayı çocukta gelişebilecek özgüvenin zedelenmesi , sosyal ortamlara girmek istememe ile birlikte sosyal fobi , etrafta konuşmaktan kaçınma , arkadaş ilişkilerinde bozulmalar , ders ve okulda konuşmak istemediği için uyum güçlükleri , içe çekilme , kendini ifade etmekte zorluk , kronik depresyon gibi durumlar görülebilir. Bu nedenle eşlik eden bazı psikiyatrik sıkıntılar için psikoterapi ve ek ilaç desteği yapılmalıdır.
ÇOCUKLARDA YETERLİ VE DENGELİ BESLENME

Çocuklarda yeterli ve dengeli beslenmenin yeri çok önemlidir. Çünkü bu çağ 1-5 yaş arasını kapsamaktadır. Bir yaşına gelmiş çocuk her türlü besine alıştırılmış olmakta ve aile birlikte sofraya oturmaktadır. Bu dönemde en önemli nokta çocuğun iyi bir yemek yeme alışkanlığı kazanmış olmasıdır. Çocuk ilk duygusal dağlarını kendisini besleyen kişi ile kurmaktadır. Bu bakımdan çocukların yemek yeme alışkanlığını kazanmasında ailedeki büyüklerin özellikle de annenin tutumunun çok önemli bir yeri vardır.9'ncu aydan itibaren ailesnin sofrasında yer alan bebek ailenin yediği hemen hemen her gıdayı tatmalıdır. Bir yaşında artık kendi kaşığını tutar döke saça da olsa yemeye çalışır. Mümkün olduğu kadar erken, kendisinin yemek yemesi öğretilmelidir. Nişastalı gıdalar, çikolata, lokum, şekerleme, sakız, hazır meyve suları gibi maddeler çocuğa yararsız olduğu gibi iştahını önleyen engelleyen gıdalardır.1 yaşından sonra her çocuk günde 500 ml / Yarım litre süt içmelidir. Hergün et ürünlerinden veya baklagillerden 1-2 sini yemelidir. Günde 1-2 kez sebze veya meyva verilmelidir. Günde 1-2 kez de unlu, nişastalı gıdalar beslenmede bulunmalıdır. Çocukları çay ve kahve tadına alıştırmamalıdır. Fazla süt verme çocuğu tok tutacağından gerekli diğer gıdaları yemek istemez. Çocuklarda ilk yaştan sonra özellikle yemek seçme, yememe ortaya çıkar. Yemekte ısrar, ödüllendirme, cezalandırma gibi davranışlar yemek yeme alışkanlığını negatif yönde etkiler. Burada izlenecek tutum çocuğun önüne daima yaşına uygun gıdalar verilmeli. Red ettiği gıdalar az az verilerek alıştırılma evresi geçirtilmelidir. Ailenin sofra düzeni, yeme alışkanlığı çocuğu etkiler, her cins gıdaya sofrada yer verilmelidir.Bu dönemde beslenmede en önemli sorunlar çocukların yanlış beslenme alışkanlığı kazanmalarına bağlı olarak ortaya çıkmaktadır. Bu durum özellikle malnütrüsyon dediğimiz yetersiz ve dengesiz beslenmeye yol açmakta olup, Anneler çocuklarının günlük besin ihtiyaçlarını bilmediklerinden ve beslenmeyi karın doyurma olarak düşündüklerinden çocuğa genellikle tek tip besinlerle beslemekte veya besin değeri dük olan besinleri vererek ihtiyacını karşılmasına engel olmaktadır. Bunun sonucu çocukta büyüme ve gelişme yavaşlamakta ve durmaktadır. Hatta bazen kazandığı ağırlığı bile kaybedilmektedir. Bu yaşlardaki yetersiz ve dengesiz beslenme durumunda fiziksel gelişimin yanı sıra zeka gelişimi ve öğrenme yeteneklerinin de olumsuz yönde etkilendiği gözlemlenmektedir. Daha sonraki yaşlarda çocukların fiziksel gelişimleri beslenme durumlarının iyileştirilmesi il biraz da olsa düzelebildiği halde mental gelişimlerindeki bozukluğun yeterli ve dengeli beslenen çocukların düzeyine erişemediği görülmekte ve bu durum okul çağında da kendisini göstermektedir. Bilindiği gibi çocuklarda beyin gelişiminin 1/3'ü anne karnın olmakta, geriye kalan gelişimin doğumdansonra devam ederek 5 yaşına kadar tamamlanmaktadır.

BEBEK GELİŞİMİ

BEBEK GELİŞİMİ

Bebekte 1.ay Gelişimigenelde uyuyarak geçirecektir, ancak bu onun hiçbir şey yapmadığı anlamına da gelmez. Kafasını kısa bir süre tutabilir. Size veya sesinize tepki verebilir. Değişik seslere tepki verebilir. Nesneleri kısa süre takip edebilir. Ancak bebeğinizin görmesinin tam olmadığını bilin. Bazı bebekler başlarını uzunca bir süre bile tutabilir. “Aguu” gibi sesler çıkarabilirler. İlk aylarında bebekler ziyaretçi akınına uğrar. Bebeğinizi kimseyle görüştürmemek, evden dışarı hiç çıkarmamak gibi uygulamalara gerek yoktur. Ancak ziyarete gelenleri bebeğin öpülmemesi konusunda uyarın. Sürekli çekilen fotoğraflar, flaşlar nedeniyle gözlerini rahatsız edebilir. Bunun dışında, el yıkamanın önemini ziyaretçilerinize de anlatın ve dışarıdan gelen herkesten, bebeği kucaklarına alacaklarsa ellerini yıkamasını rica edin. Mümkünse, bebeğin az sayıda kişinin kucağına gitmesi iyidir. Bunun dışında, hava uygun olduğunda giyimine dikkat ederek dışarı çıkarmanızda sakınca yoktur. Ancak kalabalık ve kapalı mekânları tercih etmeyin. Bebekte 2. Ay Gelişimi İkinci ayın içindeki bebeğin nesneleri takip mesafesi daha da artmıştır. Karnının üzerindeyken kafasını kaldırabilir. Çıngırak gibi değişik seslere yanıt verir. Annesini ve sık gördüğü insanları tanımaya başlar. Bazı bebekler nesnelere uzanabilir. Uyanık kalma süresi artmıştır. Bu ay, bebeğinizin aşı ayıdır. Aşı sonrasında bazı bebeklerde ateş ve hafif bir halsizlik hali görülebilir. Doktorunuzla, aşı sonrası oluşabilecek reaksiyonlar ve neler yapılması gerektiği konusunda konuşun. Bebekte 3. Ay Gelişimi Karnının üzerinde yatarken kafasını kaldırabilir. Çıkardığı sesler çeşitlenmiştir. Gülücükler artar. Bir yanına dönebilir. Nesneleri uzun süre takip edebilir. İki elini kavuşturabilir. Özellikle annesinin sesine doğru dönebilir. Çalışmaya başlayan annelerin sütleri yorgunluk, süt sağmama gibi nedenlerle azalabilir. Sütünüzü düzenli olarak sağarak ve mümkün olduğunca emzirmeye devam ederek sütünüzün azalmasını engelleyebilirsiniz. Sağdığınız sütleri, siz işteyken bebeğe bakan kişi verebilir. Bu ayda aşı yoktur. Sadece bebeğin gelişimi kontrol edilebilir. Bebekte 4. Ay Gelişimi Bebek yüksek sesle gülmeye başlar. Başını tutar. Yuvarlanabilir. Bazı nesnelere ulaşarak eline almaya çalışır. Küçük nesnelere dikkat eder. Ellerinden tutup kendinize doğru çekerseniz, başını tutabilir. Agucuklar iyice artmıştır. İkinci dönem aşıları bu ayda yapılacaktır. Eğer ilk aşılarda sorunlar yaşandıysa, doktorunuza bunları anlatın. D vitaminin yanında bebeklere flor verilmesine bu ayda başlanabilir; bazen daha geç başlanır. Artık oyuncaklarla da ilgilenmeye başlamıştır. Bazı bebekler, oyuncakları alınınca itiraz edebilir. Bebekte 5. Ay Gelişimi Bu ay, bebeğiniz için artık bir dönüm noktasıdır. Çünkü bebeğiniz yavaş yavaş katı gıdalara geçecektir. Oturma konusunda da ilerleme kaydediyordur. Başını dik tutabilmektedir. Göğsünü yerden kaldırabilir, yuvarlanabilir. Bebeğinizi şimdiye kadar yatakta iç huzuru ile yalnız başına yatırdıysanız, artık dikkat etmeye başlayın. Bir gün bir de bakmışsınız ki bebek dönüyor. Artık çıngırakla oynamaya başlayabilir. Sosyal ilişkileri biraz daha gelişmiştir. Çağrıldığında bakabilir. 5. ay, bebekten kan alınarak kansızlık için değerlendirmelerin de yapıldığı bir aydır. Çünkü pek çok bebekte, yanlış beslenme nedeniyle demir eksikliği olabilir. Demir eksikliği varsa, D vitaminin yanında demir takviyesi de yapılır. 5 aylık bebeğiniz, tanımadığı kişilerin kucağına gitmeme gibi yadırgama davranışları içine girebilir.Bebekte 6. Ay Gelişimi Bebeğiniz ne kadar hızlı büyüyor değil mi? Daha dün küçücüktü. Çekmecelerde, “bunlar onun olamaz, herhalde yıkayınca çekti” dedirtecek kadar küçük çoraplar buluyorsunuz. Bebeğiniz bu ay içinde yardımsız oturuyor duruma gelecektir. Oyuncağını elinden alınca size kızabilir. Ayakta dik tutarsanız, yere biraz basabilir. Avucuna bir şeyler alabilir. Bu dönemde, bebeğinizin yeni aşıları yapılacaktır. Başının arkasındaki bıngıldak artık kapanmıştır. Bebekte 7. Ay Gelişimi Bebeğiniz artık, eline verdiğiniz bisküviyi kendi kendine yiyebilen küçük bir canavar. Uzaklardaki oyuncaklara ulaşmaya çalışır. “Babba”, “dedde” gibi kelimeleri söyleyebilir. Bunlar henüz anlamlı değildir. Bazı bebekler bir şeylere tutunarak ayakta durabilir. El çırpıp, el sallayabilir. Bebekte 8. Ay Gelişimi Bebeğinizin kanepenin kenarına tutunup ayağa kalktığını görürseniz şaşırmayın. Bu ayda, bebeğinizi ayakta tutarsanız ayakları üzerine ağırlık verebilir. Ancak unutmayın ki bütün bebekler farklıdır. Bebeğiniz tutunarak ayağa kalkmıyorsa paniğe kapılmanıza gerek yok. 8 aylık bir bebek, oyuncaklarını bir elinden diğerine geçirebilir. Oyuncağını avcunun içine alabilir. Ce-e oyunu oynayabilir. Bebekte 9. Ay Gelişimi Eğer çok tombul bir bebek değilse, artık yürümeye yönelik hareketleri iyice artmıştır. Oturur durumdan ayağa kalkabilir. Yüzüstü pozisyondan oturur duruma gelebilir. Birine veya bir şeye tutunarak ayakta durabilir. Bazı bebekler, sıralama dediğimiz, koltuğun kenarına tutunarak yürüme işini başarabilir. Farkında olmadan “anne”, “baba” diyebilir. 9. ay, ülkemizde kızamık aşısının yapıldığı aydır. Bu aşı 15. ayda tekrarlanır. Bebeğin gelişimi takip edilir. Bebekte 10. Ay Gelişimi Bebeğin ayakta durabilme özelliği iyice artmıştır. Elinden oyuncağını almaya çalıştığınızda karşı çıkar. “Anne” ya da “baba” kelimelerini bilinçli olarak söyleyebilir. Küçük nesneleri parmakları ile yakalayabilir. Bu ince hareketler, sağlıklı gelişiminin bir göstergesidir. “At”, “ver”, “al” gibi basit emirleri anlayabilir ve bunlara uyabilir. İsteklerini belli edebilir. Bebekte 11. Ay Gelişimi Artık küçük yaramaz “hayır” kelimesini anlamaktadır, ama her zaman annesini dinlemeyebilir. Küçük nesneleri tutabilir. El sallayabilir. Eşyalara tutunarak yürüyebilir. Tutunmadan kısa süre ayakta durabilir. “Anne” ve “baba” dışında kelimeler söyleyebilir. Bazı bebekler bu ayda yürüyebilir. Bebeklere özgü değişik bir dilde konuşabilir. Bebekte 12. Ay Gelişimi Çoğu bebek bu ayın sonunda yürüyebilir. Ancak bu yürüme genellikle çok başarılı değildir. Siz ona top attığınızda, o da size geri atabilir. Bu ayda verem aşısının kontrolü yapılır. Eğer tutmadıysa, aşı tekrarlanır. Daha önce kan değerlerini görmek için değerlendirme yapılmadıysa, bu ay yapılır.

ÇOCUK VE OYUN

Çocuklar niçin oyun oynar hiç düşündünüz mü? Yapacak başka işleri olmadığı için mi? Yoksa ayak altında dolanıp anne-babalarını lüzumsuz yere meşgul etmemek için mi? Elbette hayır! Oyun çocuk için gerçek bir ihtiyaçtır ve onun bedensel, psikolojik, sosyal ve zihinsel gelişimi açısından çok önemlidir.Oyun oynamak çocukluk çağına özgü psikolojik, fizyolojik ve sosyal içerikli bir olgudur. Genellikle kendiliğinden doğan, içten, hür iradeye dayalı olarak ortaya çıkan oyun süreci çocuklar için neredeyse hayatî önem arzedecek kadar kıymetlidir.Çocuğumuzun hasta veya hastalanmak üzere olduğunu onun durgunluğundan, yani oynama isteksizliğinden anlamaz mıyız? Keza ağır hastalıkların pençesine düşmüş yavrular, hastanelerde yetişkinlerin bile katlanmakta güçlük çektiği yoğun tedaviler esnasında buldukları ilk fırsatta oyun oynamaya çabalarlar. İyileşip, hastaneden kurtulduklarında doya doya oyun oynamayı hayal ederler. Ziyaretçileri onlara hediye olarak oyuncak götürürler.Çocuğu olanlar bilir; bazen çocuklar kırk derece ateşle mücadele ederken, ateş düşürücü şurubun etkisiyle biraz olsun ferahladıklarında hemen gözleriyle oyuncaklarını ararlar. Hatta acil servislere oyuncaklarıyla giderler. Oyuncaklarıyla birlikte uyurlar. Neden acaba?Oyuncak deyip geçilebilir mi?Oyun sürecini irdelemeden önce, burada oyuncağın çocuklar için taşıdığı anlam üzerinde birkaç söz söylemek gerekir.Oyuncak, adından da anlaşılacağı üzere çocukların oynamalarına yardımcı olmak üzere geliştirilmiş, kurgulanmış gerçek ya da hayalî işleve sahip araç ya da düzeneklerdir. Ne var ki bazı oyuncaklar çocukların gözünde bir oyun aleti olmanın ötesinde bir değere sahiptir. Oyuncağa atfedilen bu psikolojik anlam, oyuncağın maddi değerinden veya oyuncağın şeklinden- şemalinden tamamen bağımsızdır. Örneğin kırmızı oyuncak bir araba babayı sembolize ediyor olabilir. Anneannesinin hediye ettiği bir yumoşçuğa sarılarak uyurken, onun tatlı masallarını tekrar tekrar dinler gibi olur veya onun yumuşacık kucağındaymış gibi hissedebilir kendini. Çocuk, olumsuz duygularına bir çıkış noktası olarak da görebilir bir oyuncağını. En sevdiği bebeğini yere fırlatır ve der ki: “Altını ıslatmış!” Çocukların bir rafa kaldırdığı, çok özel anlarda oynadığı, dokunmaya imtina etttiği oyuncakları da vardır.Velhasıl, elden düşürülmeyen veya oynanmayan oyuncakların bir çocuk için ne anlama geldiği, kişilere özgü ayrı bir anlatım konusudur. Öğrenci yurtlarında 20-25 yaşına gelmiş olup, hâlâ oyuncak bebeğiyle birlikte uyuyan kız çocuklarının varlığı ilginçtir.Oyun hayatı, hayat oyunuBebekliğin ilk devrelerinden itibaren önce kendi basit hareketlerini tekrarlayarak oyuna dönüştüren çocuk, büyüdükçe daha karmaşık oyun süreçlerinin odağı ve müdavimi olur. Oyun çağını bebeklikle başlatmak mümkün, ancak bir üst sınır koymak kolay değildir. Büluğ çağıyla birlikte birey oyundan kopmaz, ancak daha az ilgilenir. Çünkü bu dönemde oyundan başka ilgilenilecek yeni keşiflerin peşindedir.Bilirsiniz ki bazı insanlar kocaman olurlar ama bir çocuk gibi hep oyuna düşkün kalırlar. Çocukluklarında yeterince oynayamamışlar mıdır? Çok oynamışlardır da, yetişkin yaşamda da o çocuksu mutluluğu mu aramaktadırlar? Sıkıntılarıyla başetmeye mi çalışmaktadırlar yoksa yetişkin yaşamın getirdiği sorumluluklardan kaçmak isteyip çocukluklarına geri mi dönmektedirler; anlamak gerekir.Oyun, çocuklar için o denli önemli bir ihtiyaçtır ki, ders çalışırken, yemeğini yerken, belki ağır bir iş yaparken, örneğin hamallık yaparken bile oyunsu bir tavır içine giriverirler.Oyunla öğrenmeZor konu ve soyut kavramların öğretiminde eğitimciler oyun süreçlerinden medet umarlar. Çünkü bilinir ki, çocuklar oyun oynarken üst düzeyde bir öğrenmeyi de gerçekleştirebilirler. Ama öğrenilen konular genelde yetişkinlerin istedikleri bilgiler değildir, oyunun bilgileridir. Çocuk, yetişkinlerin yönlendirmesiyle oynadığını, yani oyununa dışsal bir beklenti katıldığını hissettiği anda o etkinlik oyun vasfını yitirir.Örneğin çocuğun zevk için kitap okuması ona bir oyun hazzı verir. Ancak öğretmeninin, “her gece yatmadan mutlaka yarım saat kitap okuyun” veya “on beş günde bir kitap okuyup özetini getirin” tarzındaki yönlendirmesiyle okunan kitaptan çocuklar oyun mutluluğu alamazlar. Bu şekilde kitap okumaya alıştırmaya çalışmak çocuklar için pek elverişli değildir. Onlara külfet gibi gelir, hatta okumaktan soğurlar.“İki oğlum arasında 5-6 yaş fark vardır. İlk oğluma özenle kitaplar alıp masallar okudum, okumayı sevdirmeye çalıştım. Çok başarılı olduğum söylenemez! İkinci oğlumu yetiştirirken tesadüfen bir özelliğin farkına vardım; ona da masallar okuyordum. O kendi kendine oynarken, masallardaki bazı olay ve kahramanları oyunlarında kullanmaya çabalıyordu. Zamanla oğlumla birlikte masalları kendi oyuncaklarımızla tiyatro gibi yaşayarak oynamaya başladık. Oyuncak plastik köpeği oyunda Kırmızı Başlıklı Kız masalındaki kurt olabiliyordu, legolardan korkunç bir dev yapıyorduk veya cadının şatosunu inşa ediyorduk. Yerdeki halının yaprak desenlerinden oluşan şakacıktan ormanımızda çığlıklar atıyorduk, bazen masalı istediğimiz gibi değiştiriyorduk. Oğlum çok eğleniyordu. Henüz okul yaşına gelmeden okuyabilmek için büyük bir istek duymaya başladı. Okuyamadığı için eksiklik duyuyordu. Zamanla bir kitap kurduna dönüştü neredeyse. Çok okuyan, severek okuyan, hızlı okuyan ve yaşına göre kelime hazinesi geniş bir birey haline geldi. Yıllar sonra küçüklüğünü hatırlarken, okuduğumuz değil “oynadığımız” masalları ve oynarken yaşadığı mutluluğu unutamadığını ifade ediyor.”Oyunlar, oyuncaklı veya oyuncaksız, tek başına veya arkadaş ile oynanabilir. Her halükârda oyunun çocuklar açısından bir çok işlevi vardır. Bu işlevlerin çocuğun ruh ve beden sağlığı için ne denli önemli olduğunun farkına özellikle anneler varmış olsalardı, her gün yerleri defalarca cilalamayı bir tarafa bırakıp çocuklarıyla oyun oynarlardı. Çocukların evde oyuncaklarını özgürce yaymalarına izin verirlerdi, kızmazlardı ve onlarla bizzat kendileri de oynarlardı.Çocuğun oyuncağa olduğu kadar arkadaşa da ihtiyacı vardır. Bilinir ki çocuklar bir arkadaş buldukları zaman oyuncağa ihtiyaç duymayabilirler. Ne onları sokağa salıvermek ne de oyuncak odasına hapsetmek oyunun işlevlerini yerine getiremez.Çocuğun kişiliğinin aynasıÇocuk oyunları yaşa ve cinsiyete bağlı olarak çeşitlilik gösterebilir. Bununla birlikte çocuklar karma oyunlar oynamaktan da hoşlanırlar. Yaş itibarıyla sürekli olarak ya hep kendinden büyüklerle veya hep kendinden küçüklerle oynama temayülü gösteren, yaşıtlarıyla uyumlu bir şekilde oynayamayan çocuklar da vardır. Burada ilk akla gelen etmen zekâ seviyesidir. Yani çocuğun yaşıtlarından üstün veya düşük zekâ seviyesine sahip olduğu kanaatine varılır. Doğruluk payı olmakla birlikte, en az zekâ kadar kayda değer bir faktör de çocuğun sosyal olgunluk düzeyidir. Erken yaşlardan itibaren yaşıtlarıyla birlikte olma ve oynama fırsatını bulamamış çocuklar veya oynarken sürekli büyüklerin müdahalesine maruz kalmış çocuklar, yaşıtlarıyla sağlıklı iletişim kurmada, kendini ortaya koymada ve paylaşmada zorlanırlar.Şöyle örneklere rastlamak mümkün: Annesi çalıştığı için torununa bakmakta olan anneanne, çocukla ilgilenmede zorlandığı veya sıkıldığı zamanlarda konu-komşudan çocuğa arkadaş çağırır. Genellikle gelir düzeyi düşük seviyeden tercih edilen bu “ısmarlama” arkadaşa küçük bir hediye de verilir, oyunları da denetlenir. Bu çocuk, oynamak durumunda kaldığı bu çocuğun kapris ve şımarıklıklarına göz yummak zorunda kalır.Oysa gerçek bir oyun ortamında çocuklar bu gibi istenmeyen tavırlar karşısında birbirlerine oldukça tahammülsüzdürler. Sık sık tartışırlar, küsüşürler veya kavga ederler. Büyükleri tarafından kural konulmayan, fazla hoşgörüyle büyütülmüş, sülalenin tek vârisi, beş kız kardeşten sonra doğmuş erkek çocuk gibi ünvanları olan çocuklar bu açıdan şansızdırlar. Şişirilmiş benlikler, bir dediği iki edilmeyen bu çocuklar yaşıtlarıyla oynamakta oldukça zorlanırlar. Bunun aksi de olabilir; ailesi ve sosyal çevresi tarafından özgüveni desteklenmemiş çocuklar da yaşıtlarının oyunlarına katılmada oldukça çekingen davranabilirler.Çocukların oyun süreçleri gözlemlenerek onların ihtiyaçları, sorunları, özlemleri, korkuları, istekleri, kişilik özellikleri vs. hakkında tanımlamalar yapmak mümkündür. Çocuğun ileriki yaşamını önemli derecede etkileyecek, özel eğitim ve klinik destek almasını gerektirecek bir takım doğuştan gelen kişilik farklılıkları ve davranış bozuklukları çocuğun oyun ortamındaki tepkileri gözlemlenerek teşhis edilebilir. Hiperaktif ve atak çocuklar buna örnek gösterilebilir.Bir tedavi yöntemiGrupla veya tek başına, içsel derinliği olan, bir güven ortamında doğal veya yapay cereyan eden oyun süreçlerinden tedavi maksadıyla da yararlanılmaktadır. Özellikle saplantı şeklindeki korkuların giderilmesi oyun yoluyla gerçekleştirilebilmektedir. Oyun sürecinde yer alan rol denemeleri, hayal ve fantaziler sayesinde çocuk kendi kendine psikolojik sağaltım yapmış olur. Mesela hemşire rolüne girerek iğne yapar. Bilinçaltı korkularını oyunda bilince çıkararak onlarla yüzleşir ve onlardan kurtulmayı dener.“Beş yaşındaki kızım iğneden ve aşı olmaktan çok korkuyordu. Aşı yapılacağı endişesiyle asla okula gitmek istemiyordu. Tanıştığı her çocuğa “sizin okulda aşı yapıyorlar mı?” diye soruyor, hayır cevabı alsa dahi inanmıyordu.Günün birinde hastanede bir kan testi yapılması gerekti. 3-4 kişi kolunu-bacağını tutarak güçlükle kanını aldılar. Korkmuştu ama canı pek de acımamıştı. Bunu kendisi sonradan itiraf etmişti. Bu olaydan sonra kızım evde oynarken bir şey dikkatimi çekti. En sevdiği ve kucağından neredeyse hiç indirmediği yumuşak tüylü oyuncak köpeğinin kolunu bağlıyor ve çekmeceden kendi bulmuş olduğu bir yorgan iğnesini köpeğine batırarak kan alıyordu !..Bu oyunu günlerce kendi kendine oynadı. Belli ki kendisi için travmatik yani zedeleyici bir yaşantıyı tekrar tekrar yaşayarak acı verici olmaktan çıkarıyordu. Bununla birlikte kendine acı veren hemşirenin rolüne girerek en sevdiği oyuncağına acı verici bir işlem yapıyordu. Oyuncağıyla yaşadığı üzücü olayı paylaşıyor, kısaca kendi kendine, oyun yoluyla iğne ve aşı olma korkusunu yeniyordu.”Şehirde yaşama şanssızlığıÇocuk oyunları, saldırganlık eğilimlerinin ve enerji birikiminin zararsız bir şekilde kullanım ve yönlendirilmesinde önemli bir işleve sahiptir. Alan oyunları denilen kategoride çocuklar atlayıp-zıplayarak veya oyun araçları vasıtasıyla bir takım beceriler de geliştirirler. Zihin-kas koordinasyonu, algılama ve tepki verme hızı, kendini yaşıtlarıyla mukayese edebilme ve değerlendirme, oyun yoluyla mümkün olabilmektedir.Grup halinde oynanan alan oyunlarının sosyal gelişim ve uyum açısından da çocuklara önemli katkıları vardır. Oyunlar içerisinde farklı sosyal roller denenir, roller hakkında yeni bilgiler öğrenilir, kurallar konulur ve uymayanlara yaptırımlar uygulanır. Sosyal etkileşim, duyguların paylaşımı, olumlu veya olumsuz yaşantıların ifade edilebilmesi oyun ortamlarında sıkça görülür.Bu süreçler şüphesiz her çocuk için son derece önemlidir. Oyun içerisinde gerçekleşen sosyal öğrenme çocuklar için zevkli ve kalıcı olabilir. Ancak bu bilgiler ve davranış değişimleri her zaman “istenilen yönde” cereyan etmeyebilir.Ev oyunlarının daha az fiziksel aktiviteyi gerektirdiği ve zihin süreçlerine dayalı olduğu söylenebilir. Sessiz sinema, kelime bulma gibi oyunlar kültürel birikime dayalı ve öğrenme içeren süreçlerdir. Doğrusu, modern çağda çocuklara sunduğumuz ve onları saatlerce ekran karşısına çivileyen Atari ve bilgisayar oyunlarının çocuklar için yukarıda sayılan yarar ve işlevlerden hangilerini yerine getirdiğini, ne tür katkılar sağladığını doğrulayan görüş ve kuramlar henüz yazılmadı... İnternet kafelerde çocuk ve gençlerin oyun oynarken ne türden yararlı paylaşım ve aktarımlar yaptıkları da henüz meçhul !.. En basitinden bu cazibe mekânları çocuklara evden para çaldıracak kadar çekici olabiliyor.“On yaşındaki oğlum bilgisayara bir oyun yüklemiş. İmparatorluklar savaşını konu alan bir oyunmuş. Bir gün ağabeyiyle tartışmalarına kulak misafiri oldum: Ağabeyi ona, ‘Vatan hainisin sen oğlum!' diye çıkışıyordu. O da ağabeyine ‘Ne yapayım ağbi , defalarca Osmanlı'yı tuttum, hiç oyun kazanamadım; bir defacık Bizans'ı tuttum!' karşılığını veriyordu. Osmanlı ve Bizans imparatorluklarını savaştıran oyun CD'si öyle kurgulanmıştı ki, çocuğun oyun kazanabilmesi için kendi ülkesiyle değil, düşmanıyla özdeşleşmesi gerekiyordu.”Bu tarz oyunlarla da şüphesiz bir öğrenme gerçekleşiyor, lâkin kime ve neye yarıyor, zaman gösterir...Çocuklar çocukluğunu yaşamalılarÇocuk oyunları merak ve heyecan uyandırıcı özellikleriyle de dikkat çekerler. Yarışlar, rekabetler doyasıya yaşanır. İcat ve keşiflere açıktır. Lider vasfını haiz karakterler grup oyunlarında kendini gösterir. Bazı büyük adamların çocukluk arkadaşları onlar hakkında konuşurlar. Ve daha o yaşlarda bir takım vasıflarından bahsederler.Kısaca oyun oynayamamış kimseler çocukluğunu “yaşanmamış” kabul ederler. Haksız da sayılmazlar yani...Kent çocukları oyun yönünden kasabalı çocuklara nazaran daha şanssızdırlar. Bir çoğu plastik oyuncak deposunu andıran odalarında kendi haline terkedilmiş durumdadırlar. Mümkün olduğu kadar erken yaşta, evden bir an önce kreş ve okul gibi kurumlara havale edilerek aileler üzerlerinden sorumluluklarını atmış olurlar. Çocuk gözünde durum aynen böyledir. Maalesef ki özel veya tüzel birçok okul öncesi eğitim kurumu “çocuk toplama kampına” benzemektedir. Okul çağı da yeterince oyuna açık değildir. Kentlerde sokak veya mahalle arkadaşlığı zaten çok sınırlıdır. Okullarda ise genelde ikili öğretim uygulaması olduğu için, çocuklar okul arkadaşlarıyla oynayacak zaman bulamamaktadırlar. Çalışan annelerin çocuklarının okul dışı zamanları da etüd merkezlerinde gelip geçmektedir.Özetle söylemek gerekirse: “Oyun” basit gibi görünen bir olgudur, ancak çocuklar söz konusu olduğunda çok ama çok ciddiye alınmalıdır.

oyunun çocuğa faydaları

OYUNUN ÇOCUĞA FAYDALARI

Oyun Tercihini Etkileyen Faktörler Çocuklarımıza Oyun ve Oyuncak Seçerken Dikkat Etmemiz Gereken Noktalar Oyun, çocuğun fiziksel, zihinsel, dil ve sosyal kapasitesinin gelişmesine fırsat vererek toplum içindeki sosyal rolünün, özdeşiminin ve kendini diğer bireylerden ayıran özelliklerin farkına varmasını sağlar. Çocuk oyun sırasında kendisini ve çevresiyle ilgili bilgileri ifade etme olanağı bulur. Oyun, çocuğa kurallara uymayı, sorumluluk almayı, işbirliğini ve diğer insanlara saygılı olmayı öğretir. Ayrıca girişimci olma, tehlikeyi göze alma, karar verme ve problem çözme yeteneğinin gelişmesine yardımcı olan önemli bir unsurdur. Bunların yanı sıra, oyun sırasında çocuğun kendisine güvenini geliştirme, duygusal ve sosyal ihtiyaçlarını karşılamada, kendi kendine yeterli olabilme gibi nitelikler kazandırır. Çocuğun benlik gelişiminde ve sosyalizasyonunda oyun etkili bir gelişimsel süreçtir. Oyun, çocuğun dikkatinin yoğunlaştırılması ve bunun sürdürülmesine olanak sağlar. Oyun sırasında dikkatini bir noktaya toplama deneyimleri yapan çocuk bunu günlük yaşantısına da aktaracaktır. Oyun oynayan çocuk, zaman ve mekan kavramlarına ait bilgileri çok doğal bir ortam içinde öğrenir. Grup oyunlarında bekleme, devam etme, başlama, bitirme, gibi durumlar zaman kavramının yaşam içinde özümlenmesini sağlar. Ayrıca, bahçede, sınıfta değişik köşelerde yapılan etkinlikler de mekan kavramının gelişimini destekleyici niteliktedir. Bunların yanı sıra, çocuk oyun içinde oyun materyallerini değişik durumlarda kullanarak, renkleri birbirine karıştırarak, nesneleri bir kaba doldurup boşaltarak materyallerin niteliksel ve niceliksel özellikleri hakkında bilgi edinir. Oyun Tercihini Etkileyen Faktörler Oyun gelişimini etkileyen faktörler( yaş, sosyoekonomik düzey) aynı zamanda oyun tercihini de etkilemektedir. Bunlardan başka çevre düzenlemesi, materyal seçimi, eğitimcinin fonksiyonu, çocuğun oyun tercihini etkileyen diğer faktörlerdir. Çevre Düzenlemesi ve Materyal Seçimi Oyun, doğal, planlanmamış ve açıkça yapılandırılmamış etkinliklerse de, oyun aracılığıyla rastlantısal ve planlanmış öğrenmenin oluşması için, çocuğun yararlanabileceği şekilde çevrenin organizasyonu ve uygun materyal seçimi içeren bir hazırlığın yapılması gereklidir. Oyun ortamı çocuğun güven duyabileceği ve kolayca maniple edebileceği şekilde düzenlenmelidir. Çocuğun yetenekleri ilgileri ve gelişim düzeyi doğrultusunda, fizik ve zihin gücünü geliştirebilecek bir düzenleme yapılmalıdır. Çocuğun kapasitesi gözönünde bulundurularak ne aşırı uyarıcı yüklü, ne de potansiyelini kullanabileceğinden az uyarıcılı olmalıdır. 2.Çocuğa Ait Özellikler Çocuklar, kendi kendilerine oynarken ya da arkadaşlarıyla oynarken, YAŞ ve CİNSİYET’ leriyle ilişkili olarak, zihin, fizik özelliklerine göre oyuncak seçerler. Çocuklar cinsel kimliklerinin bilincine vardıkları dört yaşından itibaren cinsiyet tipli oyuncakları seçerler. Oyun gelişimini etkileyen faktörler; 1 - Yaş: Çocuğun yaşı, oynanan oyun tipini etkileyen en önemli faktördür. Oyun, dil, zihin, sosyal ve motor gelişim özelliklerinin yansıtıldığı bir aktivitedir. Dolayısıyla oyun, çocuğun yaşına paralel olarak bir değişim ve gelişim göstermektedir. Oyun oynama sürecinde çocuk, sosyal bir birey olarak tek başına oyundan, sosyalize olmuş oyuna doğru bir geçiş sergiler. 2 - Cinsiyet: Kız ve erkek çocukları aynı gelişimsel oyun aşamalarından geçmektedir. Kız ve erkek çocuklarının oyun davranışları arasındaki tek fark, cinsiyetlerine özgü oyun tipini daha fazla tercih etmeleridir. Örnek olarak, kız çocukları daha çok sembolik oyunu, erkek çocukları ise daha çok yapı-inşa oyunlarını tercih etmeleri verilebilir. 3 - Sosyo-ekonomik düzey: Çocukların oyunlarının gelişimi, sosyo ekonomik düzeylerinden etkilenmektedir. Oyun, iyi organize edilmiş zengin uyarıcılı çevresel koşullarda normal gelişimini gösterebilir. Aksi tekdirde, çocuğun gelişimine, dolayısıyla da oyunun gelişimine ket vurulmuş olur. 3. Materyale Ait Özellikler Değişik amaçlar için kullanılabilecek çok fonksiyonlu olmalıdır. Çocuğun ilgisini çekecek renk, boyut ve yapıda olmalıdır. Dayanıklı, sağlam olmalıdır. Çekici olmalıdır. Bu dikkati yoğunlaştırma ve hayal gücünü motive edici bir özelliktir. Çeşitli gelişim alanlarını birden destekleyebilecek zengin uyarıcıları içermelidir. Çocuğun farklı deneyimlerine fırsat vermek için, oyun materyalleri hem gerçek hem de bunların minyatürü olan iki boyutlu örneklerden seçilmelidir. Materyalde yenilik özelliği de önemlidir. Sürekli aynı materyalde oynayan çocuk için materyal çok fonksiyonel olsa bile ilk cazibesini kaybeder. Bu nedenle materyallerin belirli zamanlarda değiştirilmesinde yarar vardır. Çocukların yararlanabilecekleri oyun materyallerini aşağıda belirtildiği gibi gruplandırmak mümkündür. 1- Büyük kasların gelişimini destekleyen oyun materyalleri;Tırmanma aletleri, itme ve çekme aletleri, büyük toplar, yuvarlanma minderleri, bloklar, bisiklet. 2- Küçük kasların gelişimini destekleyen oyun materyalleri; çeşitli renkli kağıtlar, makas, dikiş panoları, boncuk, ip, manupulatif oyuncaklar, boş kutular. 3- Duyu ve kasların gelişimini destekleyen oyun materyalleri; Farklı özelliklerdeki dokunma panoları, yıkanabilir, kırılmaz bebekler, ses çıkaran oyuncaklar 4- Belleği çalıştıran, problem çözme becerisini geliştiren oyun materyalleri; Yap-boz, takmalı, sökmeli oyuncaklar, ip ve boncuk, halka, anahtar, kilit, ayna, büyüteç, mıknatıs, boncuklu hesap tahtası, kitaplar. 5- Dramatizasyon materyalleri;Mesleklere özgü giysiler, takılar, mutfak malzemeleri, temizlik malzemeleri, kuklalar 6- Duyu ve düşünceyi açığa çıkaran yaratıcılığı geliştiren oyun materyalleri; boya kalemleri, tebeşir, fırça, kum, hamur, kil, tahta, çekiç, çivi, müzik aletleri, artık materyaller. Çocuk yaşının özelliklerine uygun materyali kullanma eğilimindedir ve materyalin kullanılması da gelişimsel bir takım adımları kapsar. Çocuk altı aydan itibaren tek bir nesneyle oynar, sonra farklı iki nesneyle ilişki kurar ya da iki nesneyi bütünleştirir. Daha sonra benzer objeler arasında ilişki kurar ve son olarak sembolik amaçlar için onu kullanabilir. Böylece çocuk kullandığı materyale farklı bakış açıları getirerek çevresiyle ilgili farklı bilgilerini yansıtabilir Yedi aylık bebek, görme ve dokunmayla ilgili görsel ve dokunsal deneyimler ile objeleri manipule eder ve objeleri ağzına alarak tanımaya çalışır. Onüçüncü ayda materyalin fiziksel fonksiyonuyla ilgilenir, onsekizinci aya doğru iki obje ile basit fakat önemli zihinsel fonksiyonlu ilişkiler kurabilir. Nesnenin manipulasyonu zihinsel gelişimin bir göstergesidir. Ve erken çocukluk döneminden itibaren gözlenen bu manipulasyon davranışları, ilkel oyun davranışlarının temeli olarak düşünülmektedir. Çocuk, bir nesneye göre gösterdiği tepkiyi, diğer bir nesneye de aktarabilmeyi başarmışsa materyalle sembolik düzeyde oynayabiliyor demektir. Çocuğun materyali sembolik düzeyde kullanması, tasavvur yeteneğinin gelişmiş olmasını gerektirir. Bu, dış dünyadaki eylemlerin içte temsil edilmesidir. Çocuk iki yaşına kadar yeni durumlara deneme yanılmalarla uyum sağlar. İki yaşından sonra çocukta tasavvurlu düşüncenin ürünü olarak anlama gelişmeye başlar, olayları kendine göre zihninde canlandırabilir. Ancak bu zihinsel olgunlaşmayla birlikte herhangi bir nesneyi başka bir nesnenin yerine geçecek bir kullanım ortaya çıkar. Sembolik oyun gelişiminin ilk dönemlerinde, asıl nesne ile nesnenin yerine geçecek nesne arasında fiziksel olarak benzerlik gözlenmektedir. İleri aşamalarda, iki nesne arasında bir benzerlik olmasa da çocuk hayal gücünü kullanarak, ilk defa karşılaştığı nesneyi zihnindeki eski şemalar içinde değerlendirir ve yeni bir durum içinde sembolik anlamda kullanabilir.. 4. Oyun Sırasında Eğiticinin Rolü Çocuklar arasında bireysel farklılıklar vardır, bazı çocuklar zaman zaman yetişkinin rehberliğine ihtiyaç duyabilir, çocuğun böyle bir anda eğitimcinin yanında olduğunu düşünmesi onu rahatlatacaktır. Oyun çocuklara deneme yanılma yolu ile problemlerine çözüm getirmelerine yardımcı olur ve çocukların belirli riskleri göze alma deneyimlerini arttırır. Eğitimcinin oyunun çocuğa bu katkıları göz önünde bulundurarak, çocuğa yapacağı rehberliği bir yöntemle belirlemelidir. Eğitimci ne aşırı aktif ne de aşırı pasif, geri planda bir tutum içine girmemelidir. İhtiyacı olduğu anda çocuğu gerçekten rahatlatacak ve onu bir ileri düzeye götürecek bir rol üstlenmelidir. Ancak çocuğa kendi problemini kendi çözebileceği kadar bir süre tanınması gerektiği de göz önünde tutulmalıdır. Okula yeni başlayan yada çeşitli duygusal problemleri gözlenen bir çocuk için eğitimcinin yönlendirici rehberliğinin özel bir önemi vardır. Bu çocuklar kendilerini ifade etmede, oyuna ilk adımı atmada, başlanan bir oyunu bir düzen içinde sürdürmede ihtiyaç duydukları desteği eğitimcinin bu yöndeki yönlendirmelerinde bulacaklardır. Çocuklarımıza Oyun ve Oyuncak Seçerken Dikkat Etmemiz Gereken Noktalar Oyuncak kutusunda kilit olmamalı, ya da kendiliğinden kapanan ama çocuğunuza zarar vermeyecek bir mekanizma bulunmalı. Oyuncaklar çocuğun yaşına uygun olmalı. Kolayca kopup, çocuğun ağzına atacağı küçük parçaları olmamalı. Sivri uçları, kesici kenarları olmamalı. Parmaklarının sıkışabileceği ek yerleri olmamalı. Gözlerine zarar verebilecek çıkıntıları olmamalı. Çocuğunuza uygun büyüklükte ve ağırlıkta olmalı. Zehirsiz boyalarla boyanmış olmalı. Oyun değeri olmalı ve sadece yıkıcı deneyler yapmak için kullanılmamalı. Oyuncaklar düzenli olarak gözden geçirilmeli, hasarlı ve kırık olanlar atılmalı. Dış alanlarda: Oyun alanının tabanı yumuşak, etrafı çitle kaplı olmalı. Oyun alanından zehirli bitkiler temizlenmeli. Oyun araç ve gereçleri yere güvenli bir şekilde sabitlenmeli. Bozuk paralar, kibrit, çakmak, sigara izmariti oyun alanında olmamalı. Mutfakta oyuncak bulunmamalı.

bilgisayar ve çocuk


Günlük yaşamın bir parçası haline gelen bilgisayarın, beraberinde bir dizi sorunu da getirdiği belirtiliyor.Toplumsal yaşamı etkileyen her değişikliğin sosyal ve psikolojik gerginliklere yol açabileceğine işaret eden uzmanlar, bilgisayarların da birçok soruna neden olduklarını bildiriyorlar.Acıbadem Hastanesi Psikiyatri Uzmanı Dr. Özkan Kobak, bilgisayar kullanımının getirdiği değişimin en çok çocuklar üzerinde etkili olduğuna dikkat çekiyor. Dr. Kobak, zeka gelişimine pozitif katkıda bulunan bilgisayarların sosyal gelişmeyi frenlediğini vurguluyor.Hızla gelişen bilim ve teknolojinin insanlara akıl almaz kolaylıklar sunması yanında bir takım sorunları ve uyum güçlüklerini de gündeme getirdiğini bildiren Acıbadem Hastanesi Psikiyatri Uzmanı Dr. Özcan, bu konuda şu bilgileri veriyor:“Bilgisayar, onu hayatının odak noktası haline getirmiş bir çocuğun sosyalleşmesi bakımından engel teşkil edebilmektedir. Okul döneminin başlangıcında olan bir çocuk, latent döneme geçiş aşamasındadır. Çocuk bu dönemde enerjisini spor ve zihinsel etkinlikler gibi sosyal davranışlara yöneltmektedir. Bu dönem çocuğun bilişsel ve sosyal becerilerinin üstesinden gelerek aile dışında daha geniş bir sosyal çevrede yer edinmek istediğini gösterir. Bu dönemde arkadaşlıkta karşılıklı deneme, güven kavramı, yardımlaşma ve sosyalleşme sağlanır. Bu dönemin en önemli tehlikesi yetersizlik ve aşağılık duygularıdır. Bilgisayarı yaşamının odağı haline getiren bir çocuk, sosyal ilişkilerden uzak kalacağından sosyalleşememe tehlikesi ile karşı karşıyadır.”Dr. Kobak, zihinsel gelişimi sağlayan bilgisayar oyunları dışında yaşıtları arasındaki oyunların da çocuğun gelişmesi için önemli etken olduğuna işaret ederek bunun önemini şöyle açıklıyor:“Sosyal ilişkileri gelişmeyen bir çocuğun, oyun grubu içinde arkadaşlarıyla iletişimi ve etkileşimi, yardımlaşması, beden dilini algılaması yetersiz kalacaktır. Bu durum onun, yetişkin hayatında insanlarla ilişkilerini etkileyecek, belki de daha içe dönük izole bir yaşam tarzına itecektir.”Bu tehlikelerin, çocukları bilgisayardan uzak tutma gerekçesi yapmanın da doğru olmayacağını belirten Dr. Kobak, şunları söylüyor:“Bilgisayar ve internetin olumsuz etkilerine bakarak, çocukların bilgisayarda oyun oynamaması ya da arkadaşlarıyla chat yapmaması gerektiği sonucu çıkarılmamalıdır. Önemli olan, bilgisayarın çocuğun dünyasında olması gereken yere oturtulmasıdır. Çocuğun dünyasında bilgisayar, bir oyun aracı veya arkadaşlarıyla haberleşmeyi sağlayan bir vasıtadan ibaret görülmemelidir. Olması gereken, bilgisayar ve internetin, bilgiye, doğru ve hızlı bir şekilde ulaşmayı sağlayacak, okul döneminde karşılaşılacak sorunların çözümüne yardımcı olabilecek, yaşamı kolaylaştıracak bir araç olarak kabul edilmesidir. Bu konuda çocuğun yönlendirilmesi ve bilgisayar için, ders çalışma saati gibi belirli bir sürenin ayrılması yararlı olur.”Bilgisayarın sosyalleşmeye getirdiği engel yanında yanlış motivasyona neden olabileceği de belirtiliyor. Bilgisayar oyunlarının çocukları etkilediğini bildiren Dr. Kobak, şunları öneriyor:“Bilgisayar oyunları arasında, özellikle silahla başarı kazanmaya, öldürmeye ve şiddete yönelik oyunlar yerine çocuğun bilişsel fonksiyonlarını geliştirmeye yönelik oyunların tercih edilmesi sağlıklı olur.”

çocuk ve sevgi


Onu elbette çok seviyorsunuz. Peki bu yeterli mi..? Ona sevginizi gerektiği gibi gösterebiliyor musunuz? Onun, sizin sevginizi hissetmeye ne kadar ihtiyacı olduğunu biliyor musunuz? Yavrularınıza sevgiyle yaklaşın. Sevgi ortamında büyüyen çocukların sağlıklı oldukları belirtilerek, çocuklara sevgiyle yaklaşmanın 5 ana kuralı bulunduğu bildirildi. Psikolog Özgül Kılıç, gerçek gereksinimlerinin bilincinde olmasalar ve kendi tepkilerini anlamasalar bile, çocukların sevgiye hava, su ve yemek kadar gereksinim duyduklarına işaret etti. Özellikle, 0-6 grubu çocukların fiziksel gelişimini sağlıklı olarak tamamlamaları için sevgiye daha fazla ihtiyaçları olduğunu kaydeden Kılıç, ''Aileler, çocuklarına bu sevgiyi mutlaka vermeli ve hissettirmeli. Bu duygunun bilinçli olarak verilmesi önemlidir. Sevgi ortamında büyüyen çocukların daha sağlıklı olduğu ve ileri yaşlarda daha başarılı olduğu bilinen bir gerçektir'' dedi.SEVGİYİ GÖSTERMENİN 5 KURALI : Çocuklara sevgiyi göstermenin 5 ana kuralı bulunduğunu kaydeden Kılıç, bunları şöyle sıraladı: Onay Sözleri: Çocukları eğitirken başarısızlıkları eleştirme eğilimi hakimdir. Bu yaklaşım yetişkinlik yaşamında yıkıcı sonuçlar yaratabilir. Çocuk, yaptığı her doğru şey için övülmeli. Günde en az iki övgü, iyi bir hedeftir. Nitelikli Beraberlik: Çocuğun seviyesine inilmeli. Onun ilgi alanları keşfedilmeli ve hakkında mümkün olduğunca çok şey öğrenilmeli. Çocuğa tüm dikkat verilerek, yanında tümüyle var olunmalı. Çocuğa günde en azında beş dakika, nitelikli beraberlik için ayrılmalı ve bu bir öncelik haline getirilmeli. Armağan Alma: Armağanlar aşırıya kaçarsa anlamsız olabilir ve çocuğa bir dizi yanlış değerler öğretebilir. Düşünülerek seçilmiş ve ''seni seviyorum, bu yüzden senin için özel bir armağan aldım'' gibi onaylayıcı ifadelerle verilen periyodik armağanlar bir çocuğun sevgi gereksinimini karşılamaya yardımcı olur. Hizmet Davranışları: Çocuğa sürekli olarak hizmet davranışlarında bulunulmasına rağmen, belirli aralıklarla çocuk için özellikle anlamlı olan bir iş yapılmalı. Büyükler için çekici olmayan, fakat çocuk açısından çok önemli olan bir iş ele alınmalı. Daha çok yönlü bir ebeveyn olmak için akademik veya mekanik alanda yeni bir hüner öğrenilmeli. Fiziksel Temas: Kucaklama, öpme ve dokunma çocuğun sevgi deposu için önemlidir. Her çocuğun yaş, huy, sevgi dili konuları göz önüne alınmalı ve bu konuda eşsiz bir yaklaşım belirlenmeli. Onlar büyüdükçe, onaylama amacı ile dokunma alışkanlığını sürdürme konusunda duyarlı olunmalı.

22 Ocak 2010 Cuma

Yeme bozuklukları

Yeme bozuklukları ergenlerde özellikle kızlarda yaygın kronik hastalıklardandır. Yaygınlık kızlarda anoreksiya nevroza (AN) için %0.5-3.7, bulimia nevroza (BN) için %1.1-4.2 arasında değişmektedir (Powers ve Santana 2002). Eğer kısmi semptomları taşıyanlar düşünüldüğünde oran daha yüksek olmaktadır. Bu bozukluklar hem fiziksel hem de psikiyatrik olarak potansiyel lethalite taşırlar. Yeme bozuklukları biyopsikososyal bozukluklardır. Yaklaşım ve tedavilere multidisipliner yaklaşımlar gerektirmektedir.
Batı toplumlarında yiyeceklere, vücut kilo kontrolüne ve fiziksel görünüşe aşırı ve yaygın odaklanma bütün yaş gruplarında bu bozuklukların yaygınlığını etkilemektedir. Yeme bozuklukları özellikle kızlarda, gelişimsel güçlüklerin ifadesi için yaygın bir yoldur (özellikle geçiş evrelerinde). Yeme ve kilo kontrolü üzerine yönelme öncesinde, çekirdek gelişimsel problemlere odaklaşma tedavide başarı olasılığını artıracaktır.
DSM-IV TR’da yeme bozuklukları başlığı altında anoreksiya nevroza, bulimia nevroza ve başka türlü adlandırılamayan yeme bozukluğu (burada binge eating disorder-tıkanırcasına yeme bozukluğu da yer alır) yer alır. Bozukluk tanısı koyarken, bireye özgü yeme stilinden ayırt etmede güçlükler olur. İnsanların yeme stilleri genetik ve çevresel faktörlerden etkilenir. Yeme stilinin problem oluşunun karar verilmesi için klinik yargıya ihtiyaç vardır.
Yeme bozuklukları kronik egosintonik hastalıklardır. Genellikle yiyecekler ve kendi vücut imajı hakkında çarpık düşüncelere sahiptirler. AN’da yaş ve boyu için normal olan kilosunu devam ettirmede sorun vardır. Fiziksel bulgulara yoğun düzeyde kilo alma veya şişmanlama korkuları eşlik eder, bazen de kilosu veya vücut şekli algısında bozukluklar bulunur. Bazı çocuk ve ergenlerde emosyonel nedenlerden ötürü gıdadan kaçınma ve kilo kaybı tarzında bir sendrom olabilir, ancak burada vücut imajı ile ilgili kaygılar ve obsesyonlar yoktur. Bu durum “food avodiance emotional disorder” olarak adlandırılır Bu terim İngiltere’de daha popülerdir) (Lask ve Bryant-Waugh 2000). Bulimia nevroza tıkanırcasına yemenin tekrarlayıcı ataklarını takiben kompensatuvar davranışların (örneğin; kusma, laksatif kullanımı, aşırı egzersiz veya gıda kısıtlamasının) söz konusu olduğu kronik bir bozukluktur.
Bu kişilerde de kilo alma veya şişmanlama veya vücut görünüşünde bozulma ile ilgili yoğun korkular mevcuttur.
Yeme bozukluklarının beslenme bozukluklarından ayırt edici tanısı yapılmalıdır. Beslenme bozuklukları daha çok bebek ve küçük çocukları etkiler ki; büyüme ve gelişmede yetersizliklere neden olabilen çeşitli organik ve nonorganik nedenleri olabilir. Yeme paternlerinin çeşitli varyasyonları ileriki yaşlara da taşınabilir. Yiyecek reddi küçük çocuklarda yaygın bir belirti olup bazen ileriki yaşlara kadar sürer. Yiyecek reddinin birçok farklı nedeni olabilir. Yiyecekte seçicilik; tercih edilen gıda sayısında sınırlılık ve sınırlı gıda alımı söz konusudur. Ebeveyn çocuğun tercihi dışındaki gıdaları da ısrarla sunar, fakat büyük bir dirençle karşılaşır.Bozuk ebeveyn-çocuk ilişkileri sıklıkla kendini beslenme ve yeme bozuklukları olarak gösterebilir. Seçici ve kısıtlı yeme paternleri ebeveyne başkaldırı olarak ortaya çıkabilir.
Kısıtlı yeme (restrained) yiyeceklerin tiplerinin ve miktarının amaçlı (sağlıkla ilgili düşünceler veya kilo alma korkusu) ayarlandığı kontrollü tipidir. Perhiz (Dieting) de kısıtlanmış yemenin bir şekli olup; kilo kaybı amaçlı daha az miktarda ve daha az kalorili yiyecekleri tercih tarzındadır. Çoğu çocuk ve ergen; arkadaş, aile ve toplum etkisi nedeniyle; yiyecekleri kısıtlama veya perhize zorunlu kalabilir. Bu etmenler AN ve BN ile de ilişkili olabilir. Burada perhizin ötesinde sağlıksız kilo kontrolü davranışları olur. Bu davranışlar; kusma, öğün atlamaları takiben tıkanırcasına yeme, aşırı sigara içme, zayıflama hapları veya laksatifler alma şeklindedir.
Obesite (şişmanlık) enerji tüketiminin çok üzerinde enerji alımı dengesizliği olup, yağ kitlesinde artış görülür. Fizyolojik tanımı yeme bozukluğu olarak ifade edilmez. Daha çok genetik ve çevresel aktörler üzerinde durulmaktadır. Emosyonel yeme; üzüntü, mutluluk, kızgınlık veya yalnızlık gibi psikolojik durumlara tepki olarak, aç olmamasına rağmen yemedir. Kompulsif aşırı yeme daha ileri kilo alımına yol açacak düzeyde aşırı yeme söz konusudur. Bu durum BN veya tıkanırcasına yeme bozukluğuna neden olur (Binge eating disorder). Tıkanırcasına yeme bozukluğunda zorunlu çıkarma olmaksızın kompulsif aşırı yeme olur. Emosyonel yeme ve kompulsif aşırı yeme önceki psikolojik travma veya diğer psikiyatrik bozuklukların bir bulgusu olarak ortaya çıkabilir.
Ergenlerde yeme problemleri; primer veya bir psikiyatrik bozukluğa sekonder olarak ortaya çıkabilir. Kilo ve iştah kaybı major depresif bozukluğun yaygın bir bulgusudur. Anksiyete durumlarında da iştah azalabilir. Bazı çocuklarda gıdanın takılması sonrasında yutma korkusu ve yemekten kaçınma gelişebilir (fagofobi). Postravmatik streste de ardısra emosyonel yeme veya kompulsif aşırı yeme oluşabilir. Ruminasyon sendromu; mide içeriğinin rejurite edilip tekrar yutulması tarzında olur, bebeklik ve sonrasında oluşabilir. Ruminasyon sendromu BN ile birlikte görülebilir.
Birçok çocuk ve ergen belirli zaman dilimlerinde kısa süreli AN (örneğin gıda reddi ve perhiz) ve BN (örn, aşırı yeme ve kusma)’nin bazı semptomlarını gösterebilir. Klinisyen, bu semptomların ne kadar süreğen ve ısrarcı olduğu belirlemelidir. Çoğu hasta parsiyel sendromlar veya yeme bozukluğu (adlandırılmayan tip) olarak gözükebilir. BU tür hastaların uygun tedavi planından sonra takibi gereklidir.
Normal yemeyi tanımlamak güç olmasına karşın; tedavi amaçları için gereklidir. Normal yiyenler çoğunlukla açlık ve tokluğu kılavuz alırlar, normal aralıklarla (örneğin günde 2 veya3 yeme veya atıştırma), genellikle sağlıklı gıdaları tercih ederler. Fakat gıda seçiminde katı veya anksiyöz değildir. Tek başına veya toplulukla yemek yerler ve onların gıda seçimlerine ve tarzlarına müdahale eden yoktur. Yemelerinin nedeni enerji ihtiyacı ve zevk almaktır.

Anne Çocuk İlişkisi

Annenin çalışmasının çocuk üzerinde yaratacağı etkilerinin olumlu veya olumsuz olması pek çok etkene bağlıdır. Bunlar annenin çalışma nedeni, statüsü, kazancı, çalışma koşulları, işinde tatmin olup olmaması, annenin çalışmasının düzenli olup olmaması, annenin çalışmasının ailede yarattığı sorunlar, annenin eğitim düzeyi, annenin yokluğunda çocuğa bakan kişinin özellikleri, bu bakımın sürekli - dengeli olup olmaması, annenin eğitim anlayışı, çocuğu ile kurduğu ilişkinin türü gibi sebeplerdir. Eskiden her gün tekrarlanan, kısa süreli anne - çocuk ayrılıklarının çocuklarda psikiyatrik bozukluklar yaratacağı ileri sürülüyordu. Ancak bize göre artık bu görüş tam olarak doğru değildir. Çünkü anne yokluğunda çocuğa iyi bir bakıcı bulunabilir. Bu kişi sık sık değişmez ve çocukla iyi ilişkiler geliştirirse çocuğun anne yokluğundan kaynaklanan sağlıksızlıklar giderilebilir. Üstelik çalışan annenin mutlaka çocuklarına,çalışmayan annelerden daha az vakit verebildikleri de söylenemez. Anne eğitimli ise, çocuklar planlı olarak bazı etkinlikler yapabilmek ve birlikte olabilmek için daha çok vakit olabilir. Ancak bütün çalışan annelerin çocuklarıyla aynı şekilde ilgilenmelerini beklemek olanaksızdır.Bazı anneler çocukları için vakit ayıramadıklarından kendilerini suçlu hissederler.Bu suçluluğu kapatmak için çocuğu sürekli maddi ödüllere yuvarlar. Bunun sonucun da sürekli anneden maddi ödül bekleyen, aşırı korunmuş çocuklar ortaya çıkabilir. Çalışan anneler için önemli olan çocuklara vermeleri gereken zamanın çokluğu değil, etkiliğidir. Eğer çocuğa ayrılan zaman dolu dolu ve anlamlı geçirilebilirse birçok olumsuzluk önlenebilir.Annelere önerim; çocuklarına mümkün olduğu kadar süreklilik arz eden bir ilgi göstermeleridir. Bir gün çok, bir gün az ilgi göstermek yerine, her gün belirli bir zaman dilimi çocukla paylaşmak çocuğun duygusal gelişimi açısından önemlidir.